Cumartesi, Kasım 12, 2005

Uzun Yaşayan Adam



Adamın birtanesi bir kahveye girer ve

-"Millet bana bakın size söylüyorum Tam 30 sene sonra ben bu kahveye gene gelicem" der ve çıkar.

Kahvedekiler adam deli diye fazla önemsemezler.Ve aradan 30 sene geçer.Aynı adam kahveye gene gelir ve der ki;

-"Hatırladınız mı beni millet.Size demiştim 30 sene önce ben gene gelicem diye işte geldim der."

Kahvedekiler tabiki şaşırır.Adam Devam Eder.

-"30 Sene sonra gene gelicem bu kahveye" der. Ve gider. Aradan Bi 30 Sene daha geçer. Nesil değişmiştır 30 sene önceki insanların çocukları kahvede oturmaktadır artık.Adam kahveden içeri girer.

- "Bana Bakın Millet Ben Sizin babalarınıza söyledim.Size de söylüyorum 30 sene sonra ben bu kahveye gene gelicem" der ve .çıkar. Kahve milleti gene bunu takmaz.Aradan 30 sene geçer.Ve adam gene gelir.

-"Beni hatırladınız mı millet 30 sene önce tekrar gelicem demiştim işte geldim ve 30 sene sonra gelip sizin çocuklarınızada aynı şeyi söyleyeceğim" derve gider.

Aradan bi 30 Sene daha geçmiştir.Ve adam yine kahveye gelir.

- "Bana Bakın Millet Ben sizin dedelerinize söyledim. babalarınıza şöyledim. şimdi size söylüyorum tam 30 sene sonra ben bu kahveye gene gelicem" der ve gider.

İçlerinden birisi "Arkadaşlar bana bu olayı dedem anlatmıştı. Gelin bir hocaya gidelim bu adam niye ölmüyor nedir bunun hikmeti diye soralım" der.

Ve bir hocaya giderler.hocaya durumu anlatırlar. Hoca "ben bir gece rüyaya yatayım azrail ile konuşayım bakayım niye canını almıyor bu adamın size yarın haber veririm" der. Ve gece olunca hoca rüyaya
yatar rüyasında azrail ile konuşur.

- "Ya azrail sen bu şahısın canını niye almıyorsun"

Azrail;
- "Zamanında bu adam bir dilek diledi. Dileği kabul oldu onun için" der.

Hoca : "Ne diledi azrail" diye sorar .

Azrail: "Allah`ım bana milli piyangodan büyük ikramiye çıkana kadar canımı alma diye diledi" der.

Hoca : "E Allah istese buna büyük ikramiyeyi çıkartamaz mı?"

Azrail: "Çıkartmasına çıkarırda ibne bilet almıyor ki."

Türk Deney Faresi Muzaffer




-Oğlum hadisene ya! Bul şu peyniri.

- Tamam Hocam ya tamam! Bulucaz dedik, ne acele ediyorsun? " Hızlı giden atın boku seyrek düşer " diye boşuna mı söylemiş atalarımız? Acele etme, bulucaz.

- Allahım ya Rabbim ya! Ben ne günah işledim de başıma böyle salak bir fare musallat ettin? Lan alt tarafı labirentin içine girip,lanet olası bir peyniri bulacaksın, bu kadar zor mu bu ya? Anasını satayım, elin adamındaki fareler iki dakikada buluyor bu peyniri de sen nasıl bulamıyorsun? Lan yoksa sen sırf beni gıcık etmek için mi böyle yapıyorsun?

- Ne gıcıklığı abi ya! Bulamıyoruz işte! O kadar kolaysa gel de sen bul. Ulan hem boğaz tokluğuna çalışıyoruz, hem de tutmuş geri zekalı bir doktorun dırdırını çekiyoruz, bizimki de iş yani.Varsayalım ki peyniri bulduk, ne olacak? Başın göğe mi erecek? Hayır yani, peyniri bulunca ülkedeki enflasyon ya da işsizlik sona erecek diyorsan hemen bulayım da, yok öyle bir şey yaa! Bunlar hep boş muhabbet hocam! Sen şimdi karşındaki fareyi çıplak gösteren bir gözlük yapabiliyor musun,bana ondan haber ver.

- Ya Koçum siz fareler zaten çıplak geziyorsunuz, ne işine yarayacak fareyi çıplak gösteren gözlük . Manyak mısın nesin ya! Bak şimdi, ben sana cazibeni vahşi ve dayanılmaz boyutlara ulaştırabilecek bir koku yapayım, ha ne dersin? Hem bu sayede dişifareler arasındaki popülariten artar, hem de fareler aleminde bir numaralı Playboy olursun. Ama önce gel de bul şu peyniri. Hadi koçum.

- Yok Hocam ya! Ben zaten bu alemdeki en çekici fareyim. Kızlar benimle birlikte olmak için sırada beklerlerken ne diye böyle salakça bir anlaşma yapayım ki?

- Hadi lan Soytarı!Sen gel de onu benim külahıma anlat. Yatağımın altındaki Playboyları yürütüp gizlice okuduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Bana bak, şimdi bu Kazanova ayaklarını bırakıp peyniri bul yoksa birazdan seni moleküllerine ayıracağım.

- Ya sen deminden beri bir peynirdir tutturdun gidiyorsun abi. Bi sor bakalım acaba ben peyniri seviyor muyum? Hadi sorsana. Bak abicim, şimdi sen oraya bi duble rakı koy da bak nasıl hemen buluyorum. Valla o zaman beni değil bu kutu gibi labirentin içine,İstanbul 'un ta göbeğine bile bıraksan,on saniyede bulurum o peyniri.

- Allahım! Biliyorum, biliyorum. Bu bir imtihan. Evet evet! Bu kesin bir imtihan.Bana böyle salak bir fare vererek dayanma gücümü ölçüyorsun, biliyorum. Ya oğlum! Sen maymun musun fare misin anlamadym gitti ya! Lan daha dün, suluğuna yanlışlıkla alkol damlattık diye sapıtıp,koskoca kediye tecavüz etmeye kalkan sen değil miydin? Ne çabuk unuttun. Zamanında fark etmesek geberip gidiyordun lan, şimdi tutmuş ne rakısından bahsediyorsun bana? Sende hiç utanma yok mu ya? Hem, sen içkinin insan sağlığına ne kadar zararı olduğunu biliyor musun haa,
biliyor musun? Söyle bana, pis ayyaş!

- Ya hocam! Şimdi ben sana içkinin insan sağlığına olan zararlarını anlatmaya kalksam bir ansiklopediyi dolduracak kadar bilgi toplarım da, bundan bana ne? Yani ben insan değilim ki! Alt tarafı bir fareyim. Anlatabiliyor muyum? Sen bir bilim adamı olarak bana kolaylık göstereceğine bağırıp duruyorsun. Ama olmaz
ki! Olmaz ki be anam, biz de ana evladıyız,değil mi ya?

- Ya sen şimdi şu peyniri buluyor musun, bulmuyor musun?

- Ya tamam bulayım. Bulayım bulmasına da , bende klestrofobi var abicim. Kapalı yerlerde öldür Allah duramam, neden anlamak istemiyorsun ya? şimdi ben nasıl girerim o daracık labirentin içine? Bi dakka ya! O elindeki bıçak ta neyin nesi oluyor. ???!Gelme, gelmee! Bana bak seni uyarıyorum, ben çok feci şekilde karate Bilirim. Bak gelme, bak fena yaparım ona göre. Aloo! Ben kime diyorum? Aah! Gelmesene lan üzerime. Bak gelme diyorum fena olacak şimdi. Aaah! İmdaat Vurmasana lan hain doktor!


Ebediyete kadar...



Heybeliada'daki Deniz Okulu'ndan mezun olan İsmail Türe, kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler.

İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü. Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini öğretecek, Çanakkale'den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için önceden bildirecek ve böylelikle haberleşeceklerdir!..

Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür: “Seni seviyorum”... Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe'ye bakarlarken, genç aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir...

Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur. Arkadaşları "Evlen şu kızla da, buralardan her geçişimizde selamlaşmayı bırak artık” diye takılırlar İsmail Türe'ye.

Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile, Çanakkale Boğazı'ndan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan yakışıklı denizci gözünü bir an olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.

Yine bir gün, yirmiyedi yaşındaki Üsteğmen, Çanakkale'den geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan telefonla haber verir nişanlısına.

Ege Denizi'nden Boğaz'a giriş yapacaklarını ve en öndeki denizaltının kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi, o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da, arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de...

Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir ... Genç kız pencereyi açar ve gecenin karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür.

“Seni Seviyorum...”
Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
“Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi...”

Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını düşünerek,karşılık verilmesini emreder.

Yanındakilerin “Ne diyelim komutanım?” diye sorması üzerine de şunları söyler: "ebediyete kadar..."

O gece, Üsteğmen İsmail Türe'nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale Boğazı'na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu kıyılarına gelmeden, Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı “Naboland” adlı gemi tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu sesler çıkararak, Çanakkale'nin karanlık sularında kaybolmuştur.

Her şey bir kaç dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar'a çarpan geminin yanından habersizce geçerek, Gelibolu'ya ulaşan ilk denizaltı olur.

Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır "Ebediyete kadar" sürecek olan uykusuna!..


Cuma, Kasım 11, 2005

İlginç Tesadüfler

İKİZLER

Lewis ailesinin bin dokuz yüz otuz dokuz yılında ikiz erkek çocukları oldu. Ailenin durumu, bu, iki çocuğun bakımına yetecek kadar parlak olmadığından, ikizlerden birini evlatlık vermek zorunda kalırlar. Ayrılan iki kardeş ancak aradan 40 yıl geçtikten sonra bir araya gelebildiler. Ve bir araya geldikleri gün de gariplikler ortaya dökülmeye başladı.İki kardeşe de James adı verilmişti, ikisi de eğitimlerini avukat olarak tamamlamışlardı. İkisi de, mekanik aletlere ve halıcılığa meraklıydılar hem de ustalık derecesinde. İkisi de evlenmişlerdi ve ikisinin eşlerinin adı da Linda idi ve de birer oğulları olmuş, ikisi de adlarını James Allan koymuşlardı. Her iki James Allan da ikişer kez evlenmişler ve ikisinin de ikinci eşlerinin adları Betty idi. Sıkı durun; ikisinin de köpeği vardı ve isimleri Toy’du. Ve ikisi de her yaz Florida, ST Petersburg’da tatil yapıyorlardı. Bu olaya inanmayanlar, Digest dergisinin, bin dokuz yüz seksen yılı Ocak sayısını okuyabilirler.


KRAL VE 21 SAYISI

Fransız Devrimi’ nin bahtsız kralı on altıncı Louis, daha çocukluk çağlarında garip bir yabancı adam tarafından ziyaret edilir. Adam, bu genç kral adayını uyarmak istemektedir. Ona, yirmi bir sayısının kendisi için tehlikeli olacağını ve ömür boyu onu korumak için her ayın yirmi biri’nde onun yanında olmak istediğini söylemektedir. Fakat Louis, adamdan hoşlanmaz ve onu saraydan dışarı attırır. Adam son anda, karga-tulumba götürülürken “Yirmi bir sayısı seni öldürecek” diye haykırır. Aradan uzun yıllar geçer ve devrim patlar. Kral ve Kraliçe kaçarlar iken Varennes Ormanı’nda yakalanırlar, tarih yirmi bir Haziran bin yedi yüz doksan iki... Devrim Konseyi yirmi bir Eylül’de krallığı lağvedip, cumhuriyeti ilan etti ve Yirmi bir Ocak bin yedi yüz doksan üç’te ise Kral on altıncı Louis giyotinle idam edildi. Ne dersiniz, idam edilirken o garip adamı düşünmüş müdür acaba?


KRAL VE LOKANTACI

İtalyan Kralı Birinci Umberto, bin dokuz yüz yılının yirmi sekiz Temmuzu’nda bir ödül töreni için Milano’ya giderken, dinlenmek ve bir şeyler yemek için küçük bir kır lokantasının önünde mola verir. Lokanta sahibi Kralı karşılamak için koşar ve o anda herkes şok geçirir, zira lokanta sahibi krala ikiz kardeşi kadar, şaşılacak derecede benzemektedir. Üstelik onun da adı Umberto’dur. Her ikisi de on dört mart bin sekiz yüz kırk dört’te aynı kasabada doğmuşlar, her ikisi de yirmi iki Nisan bin sekiz yüz altmış sekiz’de evlenmişler ve her ikisinin de karılarının adı Margherita, her ikisinin de birer oğlu var ve isimleri de Vittorio imiş. Kral Umberto’nun taç giyip, krallık koltuğuna oturduğu gün, diğer Umberto’da lokantasının açılışını yapmış. Bin sekiz yüz altmış altı’da savaşta Kralın albay rütbesiyle orduya katıldığı gün, lokantacı olan Umberto askere alınmış, çavuş olduğu gün ise, Kral Alay Komutanlığına yükselmiş.Daha sonra bu iki Umberto dost olurlar. Kral Umberto, tüm bu olaylardan çok etkilenerek, bunun önemli bir şey olduğunu belirtir ve ayrılırken lokantacı ikizine tekrar görüşelim der.Ve ertesi gün yardımcıları, meclise gitmeye hazırlanan Kral’a kötü bir haber getirirler, lokantacı Umberto, silahla şaka yapan bir arkadaşının kaza kurşunuyla hayata veda etmiştir. Çok üzülen Kral, cenazeye katılacağını söyler ve sarayın merdivenlerinden inerken, üç el silah sesi duyulur. Suikastçının ilk kurşunu boşa gitmiştir ancak, diğer ikisi Kral’ın göğsüne saplanarak, yaşamını yitirmesine neden olur. Bu olayı kim, nasıl açıklayabilir, söyleyebilir misiniz?


Aynı İsimli Katiller ve Baba-Oğul :

Baron Rodemire de Tarazone’nin babası Claude Volbonne tarafından tabancayla vurularak öldürülür. Buraya kadar enteresan bir durum yok, fakat aradan tam yirmi yıl sonra, aynı yerde ve aynı adda bir şahıs tarafından Baron da öldürülür. Yer Fransa’nın Tarazone kasabası, tarih bin sekiz yüz yetmiş iki. Üstelik her iki katilin de birbirleriyle bir bağlantıları yok, akraba değiller ve de ayrı ayrı kentlerden Marsilya’ ya gelmişlerdi.


GELİNİN UĞURSUZU:

İtalya Turin’de Prenses Maria Del Pozzo, Dük Aosta ile bin sekiz yüz altmış yedi yılının otuz Mayıs’ında evlendiler. Nikah izleyen günlerde ise şu olaylar meydana geldi :
-Prensesin terzisi odasında kendisini asmış olarak bulundu...
- Saray baş kapıcısı boğazını keserek yaşamına son verdi...
- Nikah töreni hazırlıklarından sorumlu albay, güneş çarpması sonucu öldü...
- Çift balayına çıkarken, balayı trenine yol veren görevli, trenin altında kalarak yaşamını yitirdi...
- Sarayın başyaveri attan düşüp öldü...
- Muhafız Alayının en kıdemli kişisi kendini vurdu...
- Daha sonra, yani bu altı ölümden, tam altı ay sonra Dük ve Prenses boşandılar


GARİP YEDİ RAKAMI:

Arthur Koestler, dünyaca ünlü bir yazardır. Bakın bu yazar yaşamına giren yedi’leri nasıl değerlendiriyor:
“Yılın yedinci ayının, yedinci gününde doğdum, haftanın yedinci günüydü ve yüzyılın yedinci yılıydı... Yedi çocuklu bir ailede dünyaya geldim, annem yedinci kardeşti ve benim yedi kardeşim vardı ve ben yedinci çocuktum... Yirmi yedinci doğum günümde, hayatımda ilk olarak bir at yarışına gittim ve oynadım...
Programa baktığımda, yedinci yarışın koşulacağını gördüm, at sayısı ise yediydi... Yedi numaralı atın adı yedinci Gök’tü, handikapı ise yediydi, yedide bir bahis açılmıştı ve ben bu ata yedi şiling yatırdım ve at yedinci geldi."


Kumarhane Batıran Adam :

Dünya kumar tarihi bin sekiz yüz doksan bir yılında çok ilginç bir olayla sarsıldı. Monte Carlo Kumarhanesi’nde bir adam üç kez kasayı iflas ettirdi. Bilinen ve tanınan bir sima değildi ve daha önce buraya hiç gelmemişti. Kumar stili hiçbir sisteme dayanmıyordu ve sadece üç oyun oynadı. Şişman, orta boylu ve İngiliz’di. Rulette ilk iki turda kırmızı ve siyaha devamlı olarak oynadı ve hep kazandı, üçüncü turda daima beş sayısına oynadı ve otuz beş’e bir olasılıkla beş kez üst üste kazandı. Adamın verdiği isim sahteydi ve İngiltere’ de verdiği adreste bulunamadı ve kimse de onu bir daha görmedi


ÇOK İLGİNÇ:

New York Herald gazetesinin yirmi altı Kasım bin dokuz yüz on bir tarihli nüshasında korkunç bir cinayet haberi yer alıyordu. Sir Edmundbury Godfrey, vahşi bir şekilde öldürülmüştü, cinayetin işlendiği bölgenin ismi Greenberry Hill, yani Yeşil Böğürtlen Tepesi idi. Daha sonra cinayeti işleyen kişiler yakalandı ve asıldılar. Soyadlarını öğrenmek ister misiniz? Green, Berry ve Hill. Yani Greenberry Hill’de bu korkunç cinayetleri işleyenler Bay Green, Bay Berry ve Bay Hill.

İnternet Hastalıkları


1. İnternetten çıktığınızda, içinizde bir burukluk hissediyorsanız;
2. Defterinizdeki tüm adreslerde @ varsa;
3. Internet erişimi olmadığı için annenizle haberleşemiyorsanız;
4. Asansöre bindiğinizde gitmek istediğiniz kata ait düğmeyi çift tıklıyorsanız.
5. Bilgisayar masanızın sandalyesini bir klozetle değiştirmeyi düşündüyseniz;
6. Gülümsediğinizde başınızı yan çeviriyorsanız; :-)
7. Eşiniz devamlı olarak evlilikte iletişimin önemini vurguluyorsa ve siz de bunun üzerine kendisine yeni bir telefon hattı ve modem aldıysanız;
8. Kelime işlemcinizle bir şeyler yazarken her noktadan sonra "com" yazıyorsanız.com
9. "0,1,2,3,4,5,6,7,8,9,A,B,C,D,..." diye sayıyorsanız;
10. Rüyalarınız 256 renkse;
11. Uyumaya çalışırken sleep(8*3600) diye düşünüyorsanız

Bu İnternet işini biraz fazla abartmışsınız demektir...


Live 8 Turkish (Türk Yardım Konseri)



Elin İngilizi yapar da Türkler yapamaz mı?Hiçbir Türk şarkıcının alınmadığı Live 8 konserlerine bozulan Türkler de bir konser düzenlediler.Üstelik Afrikanın kalbinde Kinshasa’da … Aferin…

*Mahsun Kırmızıgül ben İbrahim Tatlıses’le aynı sahneyi paylaşmam diyerek konseri terketti… Olay üzerine açıklama yapan İbrahim Tatlıses ise “Kimse kunta kintelik yapmasın bana burda” deyince büyük alkış aldı.


*Müslüm baba sahneye çıkmadan önce seyircilere jilet dağıtıldı.Müslüm baba jiletleri “Afrika’da jiletsizlik yüzünden traş olamayan garibanlara bağışlıyorum” dese de jiletlerin çoğunun uzun süredir bişey yemeyen insanlar tarafından mideye indirilmesine engel olamadı.

*Nakliye uçağı ile Kinshasa’ya getirilen Bülent Ersoy kilolarına gönderme yapıldığını sanarak çok bozuldu. Kinsasha’ya istanbul’dan direkt uçuş olmadığı güç bela anlatılabildi.Sahneye bol elbisesi ve Bismillahirrahmanirrahim sesleri arasında çıkan Bülent Ersoy’u kabile lideri sanan Afrikalılar ona saygıda kusur etmediler . Bülent Ersoy ise küpelerini avize olarak kullanılması şartı ile Mombasa cumhuriyetine bağışladı.

*Konsere katılan Güney Afrika devlet başkanı mandela büyük alkış aldı.Oğuz Yılmaz’ı kıramayarak sahnede Çekirge dansı yapan Mandela’nın tedavisi halen sürüyor.

*Konser için uzun yıllar sonra bir araya getirilen Beyaz Kelebekler gurubu ise kuliste su sırası yüzünden birbirine girdi ve organizatörlerin bir yılda bir araya getirdikleri gurup iki saniyede dağıldı.

*Sahneye uzaylı kıyafeti ile çıkan Mustafa Topaloğlu şarkılarına alkışla eşlik edilmeyince bozuldu. Sahneden kızgın inen Topaloğlu “Kardeşim bi daha bayii toplantısına çıkmıyıcam” diyerek konser alanını terketti.

*Sahnede kısa bir şov yapan Cem Yılmaz ise şovundan önce seyircilerin kameralarını toplattırdı ama seyircilerin üzerinden kamera çıkmadı.

*İsmail Türüt ise gene emprovize takıldı. “Afrikadaki açlar / kiçimuzi tırmalar / Hamsi da yoktur burda / Afrikalum ne eder diyerek söylediği hüzünlü şarkı ile konsere katılanları ağlatan türüt sonra sahneye çağırdığı Afrikalılarla horon tepti. Türüt önderliğinde Horon oynayarak sahne dışına çıkan kalabalığın Türkiye yolunda olduğu ve üç hafta içinde Hatay’ın Cilvegözü sınır kapısından giriş yapacakları öğrenildi.

*Türkiye’de başlayan Petek Dinçöz ve Hülya Avşar atışması sahnede devam etti… Şarkı arasında Petek Dinçöz “Hülya Avşar’da paçalı don giyiyor” deyince somaliller olaya müdahale etti.Çıkan çatışma sonucunda konser dağıldı. Çatışma sonucunda 200 Somalililinin ve 300 Etopyalının öldüğü açıklandı. Silahlı çatışmanın halen Ruanda sınırında devam ettiği bildirildi.

*Konser amacına ulaştı ve Tayyip Erdoğan Afrika ülkelerine verdikleri borçları sildiğini açıkladı. Bir tek Zambiya’ya kızgın olan Erdoğan “Zambiya’nın borçlarını silmiyorum , eğer nakitleri yoksa iki paket sigara göndersinler. Ona da razıyım” dedi…

Klavye Tuşları Paralı Oluyor!? (aman yarabbi!)

Evet inanılmaz bir Haber ! Klavyemizdeki "W" ,"H" , "K" ve "Ğ" tuşları paralı oluyor ! (İnanmıyorsanız www. keyboard . com. tr'a bakın) Eğer şimdi ayağa kalkıp , sağa bakıp oturduktan sonra ekrana 40 kez üfleyip bu
maili de 26 kişiye göndermezseniz Klavyenizdeki "Scroll Lock" Işığı sönecek ve bundan sonra adı geçen harflere her basışınızda ücret ödeyeceksiniz .



KLAVYENİZDEKİ TUŞLARIN PARALI OLMAMASINI İSTİYORSANIZ BU YAZIYI HEMEN 26
KİŞİYE GÖNDERİN! GÖNDERDİĞİNİZ ANDA CAPS LOCK IŞIĞI 2 KEZ YANIP SÖNECEK VE TUM DUNYA MUTLU OLACAK .

Ayrıca (bunla kalsa gene iyi)

Bugun uyandığımda camdan bakıp güneşi süzdüğüm anda bir sıcaklık hissettim içimde . Ve sevdiğim herkese bu yazıyı göndermek istedim . Sen de gel sevdiklerine , sevmediklerine , tanımadıklarına bu yazıyı at Titan zincirine bir faydan olsun .

Eğer bu yazıyı
2 kişye gönderirsen mutlu olacaksın
6 kişiye gönderirsen bugun
içersinde minibüsçü iki kez para üstü verecek .
15 kişiye yollarsan şans seninle olacak ve yağmurlu havalarda üstüne
çamur sıçramayacak
20 Kişiye gönderirsen Dolar düşecek
150 kişiye yollarsan borsadaki kağıtların yükselecek
10.000 kişiye yollarsan Türk Telekom İhalesi sana kalacak .
100.000 kişiye atarsan da büyük ihtimalle mail serveri kitlenecek ve kimse mail atamaz olacak .

Eğer Bu Mail Zincirini Kırarsan
Türkiye Avrupa Birliğine Giremeyecek! (SENİN SUÇUN!)
Allah belanı verecek alem sana gülecek .
Tavlada sürekli 2-1 atacaksın .
Güneş doğudan batacak .

>>>>>

Türkiyenin Dünyanın en zengin Ununbiyum kaynaklarına sahip olduğu
belirlendi . Antalyanın kuzeyindeki karstik arazide yapılan
çalışmalarda , Labaratuarlarda saçmasapan deneylerden başka hiçbir işe
yaramayan Ununbiyum elementinden 42.000 ton rezerv olduğu
saptandı . Bu element sayesinde Türkiyenin DIŞ borcu sıfırlanacak hatta
kara geçmeye başlayacak . Ama gelin görün ki Alçak Zimbabveliler bu
madenin üzerini Cıva ile kapattıklarından bu kaynakları çıkarmamız çok
zor . Bu maili 653 kişiye forward edersen Türk hükümeti gerekli
çalışmalara başlayacak ve ununbiyumumuz özgür olacak .

TÜRKİYE SAÇMASAPAN FORWARD MAILLERDEN KAFAYI YEMIŞ INSANLAR DERNEGI .

Forward yağmuruna tutulanlar derdimi anlayacaktır .
Biz de insanız bakınız patlıyoruz .


Yeni Fıkralar





Erkek ve gazete


Kadın kahvaltı sofrasında gazete okuyan kocasına bakıp söylenmiş;

' - Keşke bir gazete olsaymışım. Böylece bütün gün sıkı sıkı tuttuğun ve ilgilendiğin tek şey ben olurdum.'

Adam kafasını bile kaldırmadan cevap vermiş;

'- Evet keşke sen bir gazete olsaydın; böylece yarın senin yerine yeni bir tane alabilirdim...'


Aynalı

Koca köy ve şıhhh hayatında hiç ayna görmemiştir. Ali ilk rastladığında, aynayı alıp bakmaya başlar, ardından aynada gördüğü suratı ölen kardeşi zannedip ağlar:

-"Vay benim zavallı gardaşım, vay benim zavallı gardaşım"

Aynayı koynuna alıp yatar. Hanımı eşinin ayna koynunda yattığını görünce şüphelenir. Uyandırmadan adamı, aynayı alıp bakar.Öfkeden kudurmuştur.

-"Vay" der heyacanla "Herifim beni bir karıyla aldatir."

Aynayı alıp, köyün şıhına gider. Aynayı göstererek

-"Şıh Efendi" der."Benim herif beni bu karıyla aldatir."

Aynayı alır şıh...Yüzüne tutar. "Bacım" der.

-"Bu bir karıdan ziyade gavata benzir."

Duvar Saati

Yorucu bir günün ardından adam evine dönmüş; karısı kapıda karşılayıp boynuna sarılmış ve anlatmaya başlamış :

"Kocacığım bugün ne oldu biliyor musun?"
"N'oldu hayatım?"
"Salondaki duvar saati var ya, az daha annemin kafasına düşüyordu."

Adamın suratı asılmış:

-"Korkma bir tanem, o saat zaten hep geç kalıyor."


Masal

Bir zamanlar bir adam bir kıza evlenme teklif etmiş.

Kız "Hayır" demiş.

Adam da, kadın da sonsuza dek mutluluk içinde yaşamışlar...

Perşembe, Kasım 10, 2005

Kadınların Kriterleri



Her kadın gönlüne göre bir hayat arkadaşı bulmak ister. Ancak, yıllar geçtikçe erkekte aranan özellikler azalır.İşte karşınızda bu özellikler:

20 LİK KRİTERLER

* Yakışıklı.
* Sempatik.
* Maddi durumu yerinde.
* Beni ilgiyle dinleyecek.
* Espri anlayışı gelişmiş.
* Gücü kuvveti yerinde.
* İyi giyinmekten hoşlanan.
* Her konuda zevk sahibi.
* Sürpriz yapmayı seven.
* Romantik ve hayal gücü zengin.

30'UNDA NE İSTER?

* İyi görünümlü ve tercihen kafasında saçı olan.
* Arabadan inerken kapıyı açan, yemeğe gittiğimizde sandalyemi tutan.
* Pahalı bir restorana götürecek kadar parası olan.
* Konuşmaktan çok dinleyen.
* Fıkra anlattığımda katıla katıla gülen.
* Alışverişte paketlerimin hepsini zahmetsizce taşıyacak kadar gücü kuvveti yerinde.
* En az 1 kravata sahip.
* Yaptığım yemekleri beğenen.
* Doğum günü ve yıldönümlerini unutmayan.
* Haftada en az bir kez romantik olabilen.

40'TAN SONRASI...

* Çok da çirkin değil... (Tamam kel olabilir!)
* Ben binmeden arabayı hareket ettirmeyen.
* Fırsat oldukça akşam yemeğine götüren.
* Beni dinlerken başını sallayan
* Anlattığım fıkraların can alıcı yerlerini hatırlayan.
* Evdeki eşyaların yerini değiştirmeme yardım edecek kadar gücü kuvveti yerinde.
* Göbeğini kamufle edecek şekilde kıyafet şeçen.
* Klozetin kapağını indirmeyi unutmayan.
* Çoğu hafta sonu traş olan.

50'LİKLERİN HAYALİ

* Burun ve kulağının içindeki kıllar fazla uzun olmayan.
* Topluluk içinde gaz çıkarmayan.
* Para isteme alışkanlığı edinmemiş.
* Ben birşey anlatırken uyuyakalmayan.
* Haftasonları poposunu koltuktan kaldıracak kadar gücü kuvveti yerinde.
* Ayağındaki 2 çorap aynı renk olan ve temiz giyinen.
* TV karşısında akşam yemeğinden hoşlanan.
* Adımı unutmayan.

60 YAŞ VE GERÇEKLER
* Haftada bir olmasa da aklına estikçe sakal traşı olan.
* Küçük çocukları ürkütmeyen
* Banyonun nerede olduğunu hatırlayan.
* Bakımı fazla masraflı olmayan
* Mümkün olduğu kadar gürültüsüz horlayan.
* Neye güldügünü birden unutmayan.
* Yardım almadan ayağa kalkabilecek kadar gücü kuvveti yerinde olan.
* Lapa yiyeceklerden hoşlanan.
* Takma dişlerini nereye koyduğunu unutmayan

70'Lİ YAŞLARIN UMUDU

*Nefes Alan



Erkekler ve Yalanlar


Birgün ormancının biri dalları nehrin üzerine sarkan ağacın dallarını keserken baltasını suya düşürür ve...

"Aman tanrım" diye bağırdığında Tanrı belirir ve "Ne diye bağırıyorsun?" der.

Ormancı baltasını suya düşürdüğünü ve yaşamını sürdürebilmek için o baltaya ihtiyacı olduğunu söyler.


Tanrı suya dalar ve elinde bir altın balta ile tekrar belirir.
"Baltan bu muydu?" diye sorar.
Ormancı "Hayır" diye cevaplar.

Tanrı suya tekrar dalar ve bu sefer elinde gümüş bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar; "Baltan bu muydu?"

Ormancı yine "Hayır" diye cevaplar.

Tanrı suya tekrar dalar ve bu sefer elinde demir bir balta ile tekrar belirir ve yine sorar; "Baltan bu muydu?"

Ormancı "Evet" der.

Ormancının dürüstlüğü tanrının çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de kendisine verir.
Ormancı mutlu bir şekilde evine döner. bir zaman sonra ormancı eşiyle birlikte nehir boyunca yürürken karısı suya düşer ve ormancı;

"Aman tanrım" diye bağırır.

Tanrı yine belirir ve sorar."Ne diye bağırıyorsun?"
Ormancı "karım suya düştü" der.

Tanrı suya dalar ve Jennifer Lopez le birlikte geri döner.
"senin karın bu mu?" diye sorar.
Ormancı "evet" der.

Tanrı sinirlenmiştir; "yalan söylüyorsun. gerçek bu değil" der.
Ormancı;

"Özür dilerim tanrım. ortada bir yanlış anlaşılma söz konusu.
Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim bu sefer Catherine
Zeta-Jones ile geri dönecektin. Ona da hayır deseydim karımla dönecek
ve her üçünü de bana verecektin.

Tanrım... ben fakir bir adamım ve üç karının sorumluluğunu
taşıyabilecek durumda değilim.
Jennifer Lopez'e evet dememin sebebi budur."

Bu hikayeden alınacak ders :
Ne zaman bir erkek yalan söylüyorsa bunun iyi ve saygın bir nedeni
vardır ve bu başkalarının yararı içindir.
Kendimiz için bişey istiyosak ekmek musaf çarpsın.


Bikini Hakkında Görüşler

İstatikçi diyor ki:
- bikini, istatik gibidir, her şeyi ortaya koyuyor gibi görünür; gerekeni gizler.

Bağnaz diyor ki:
- bikini, namus fukaralarının önlerine yaydıkları bir bez parçasıdır.

Yobaz:
-bikini giymek günahı kebairdendir; kadının göbeği yalnız okuyup üflemek için açılır.

Nekes:
-bikini kadını en ucuza soyan giysidir.

Ukala:
-cömert erkeğin cüzdanı büyük, cömert kadının mayosu küçük olur.

Çıplaklar Derneği Başkanı:
-bikini ahlaksızlıktır; çıplak denize girmek varken kimi yerlerini örterek erkeği tahrik etmeye çabalamaktır.

Çapkın:
-bikini istekli kadının bedenine yapıştırdığı dilekçe puludur.

Filozof:
-bikininin kapladığı yerler, utanç duygusunun kadın vücudundaki son sömürgesidir.

Asker:
-bikini dikenli tel örgüler gibidir, araziyi korur, ama manzarayı örtmez.

Bir tutucu:
-biz kırk yıllık haremimizi bile bu kılıkta bir gün olsun görmedik.

DGM:
Aslolan, bölünmez bütünlüktür, bölünmez bütünlüğün parçalanmasını temsil eder. Sakıncalıdır.

Tübitak:
Alternatif enerji arayışlarında, güneş enerjisinden daha fazla yararlanmayı temsil eder. İyidir.

Yargıta Başsavcılığı:
Ayrılıkçılıktır.

Başbakanlık:
Halkımıza, başımızı kuma soktuğumuzu anımsattığından sakıncalıdır.

Üniversite Gençlik Örgütü:
Bir başkaldırı unsurudur. Gereklidir.

TSK:
Üstsüzlüğe giden bir yoldur. Ast üst hiyerarşisini bozacaktır.

CHP:
Alt ve Üst halk tabakalarında eşit paylaşımı temsil eder.

Bilge:
Hiç bir şeyin üstü örtülmemelidir, komple kaldırılmalıdır. Yaşasın özgürlük.



İlginç Olaylar


-Sıcak ve kurak Afrika'da 18.02.1979 tarihinde Büyük Sahra çölüne kar yağdı.

-Futbolda Dünya kupası Okyanusya elemelerinde Avustralya, Amerikan Samoası'nı 31-0 yenerek bir resmi milli maçtaki en farklı skorlu galibiyeti elde etti.

-Kazakistan'da 7 yaşındaki bir erkek çocuğun karnında ikizi bulundu. Simkent şehrinde yaşayan çocuğun karnındaki şişliği fark eden
okul doktorunun hastaneye başvurması sonucunda hemen ameliyata alınan çocuğun karnından saçları ve tırnakları uzamış bir cenin çıkarıldı.

-İran'da, korkusunu bastırmak ve sıkıntılarından kurtulmak için madeni nesneleri yiyen genç kızın karnından ameliyatla yarım kilogram ağırlığında metal parçalar çıkarıldı. 17 yaşındaki genç kızın karnından çıkarılan madeni nesnelerin arasında jilet ve çiviler de bulundu.

-Amerika'nın Arkansas Eyaleti'nde 19 yıldır komada yatan Terry Wallis 13 haziran 2003 de hayata döndü.

-Kars'ta "canı sıkıldığı" için saçlarını yiyen bir kadının midesinde biriken 1.5 kilogram ağırlığında saç kılı, ameliyatla çıkarıldı.

-İsviçreli Cece Leclere, tıp adamlarınca "megavizyon" diye adlandırılan çok üstün bir görme yeteneğine sahipti. Kumaşların,kalın astarlı zarfların, perdelerin, hatta bazen tuğla duvarların arkasını bile görebiliyordu. Ancak insanlar kendisini hasta ediyordu,çünkü insanların iç organlarını görmek onu tiksindiriyordu.

-İspanya'da İnnece Fernandece isimli bir kadın 11.000 geceyi uykusuz geçirmiştir. Hiç uyuyamayan kadın sadece bir defa tıbbi operasyon sırasında 2 kat anestezi etkisiyle uyutulabilmiştir.

-En uzun kalp durması 4 saattir. Bir Norveçli, Aralık 1987'de denize düşmüş, kalbi durmuş, vücut ısısının düşüklüğü nedeniyle yeniden yaşatılmıştır.

-1898'de gazeteci-yazar Morgan Robinson "Titan" isimli bir kitap yazdı. Kitapta büyük bir yolcu gemisinin okyanusta buzdağına çarpması anlatılıyordu. 14 yıl sonra "Titanic" deniz faciası meydana geldi.

Çarşamba, Kasım 09, 2005

Futboldan İlginç Rekorlar

Bir maçta en çok izleyici: 16 Temmuz 1950'de Maracana Municipal Stadyumu'ndaki Brezilya-Uruguay maçını izleyen 199 bin 854 kişi.
En şişman kaleci: İngiliz Willie Hanry Foulke (1.90 metre, 141 kilo)
En başarılı kaleci: Atletico Madrid'den Abel Resino (1275 dakika kalesinde gol yüzü görmedi)
En çok gol atan kaleci: Paraguaylı Jose Luis Chilavert (54 gol)


En pahalı oyuncu: Zinedine Zidane (2001'de Juventus'tan Real Madrid'e 90 milyon dolara gitti)
En golcü oyuncu: Brezilyalı Pele (21 yılda 1279 gol)
En farklı milli maç: Avustralya-Amerikan Samoa: 31-0
Yenilmezlik rekoru: Arsenal (Premier Lig'de 7 Mayıs 2003'ten 16 Ekim 2004 tarihine dek yenilmedi)
En şanssız penaltıcı: Martin Palermo (Arjantin'in Kolombiya'ya 3-0 yenildiği maçta üç penaltı kaçırdı)
Dünya Kupası'na en çok katılan oyuncular: Alman Lothar Matthaeus ve Meksikalı Antonio Carbajal (5)
Dünya Kupası'ndaki en yaşlı oyuncu: Kamerun'dan Roger Milla (42)
Dünya Kupası'ndaki en genç oyuncu: Kuzey İrlanda'dan Normal Whiteside (17).


(Turksportal)

Bir kadının ve bir erkeğin günlüğü

KADININ GÜNLÜĞÜ:

Bugün 3 yıl bitti...
Onun karşısına gelinlikle çıktığım günkü kadar mutluyum...
Tanrım onu ne kadar seviyorum... Mükemmel bir erkek.. Cazibeli, yakışıklı, anlayışlı, sevecen her şey var...
Bugün Cumartesi... Bıraktım arkadaşlarıyla eğlensin...
En sevdiği yemek olan pastırmalı kuru fasulye ile pilav yaptım... Yemek pişti demleniyor...
Banyo yaptım... En sevdiği kıyafeti giydim...
Yemekten sonra, şöminenin karşısına bir şişe kırmızı şarapla uzanacağız...
Eve geldi sonunda...
Beni öpüşü biraz soğuktu... Aklı başka yerde sanki...
Aman Tanrım yoksa?..
Arkadaşlarıyla ne yaptığını sordum, ağzında bir şeyler geveledi...
Yemekte biraz keyfi yerine gelir gibi oldu... Ama hâlâ dalgın...
Hâlâ uzak... Hâlâ kabuğuna çekilmiş...
Herhalde ÖTEKİNİ düşünüyor...
Benden genç mi acaba?..
İş yerindeki sarışın pazarlama temsilcisi olmasın?..
Şöminenin karşısında şarabımızı yudumlarken, artık dayanamadım, neyin var diye sordum...
Gülümsedi... Zoraki bir gülümseme... Acı dolu, uzak...
"Yok bir şeyim..." diye geçiştirdi... O gürül gürül yanan aşkın bu kadar çabuk biteceğine inanamıyorum...
Daha dün bana ebediyete kadar benimle birlikte olmak istediğini söylüyordu...
Bugün aramızda iletişim kopukluğu başladı bile...
Belki de kilo alıyorum... Çok mu vır vır yapıyorum... Elini tuttum...
Elimi okşadı, ama eller hissiz, parmak uçları soğuk...
Stepe mi başlasam... Çocuk mu istesem... Yalan, yalan yalan!.. Kendimi kandırmaktan başka bir şey değil bunlar...
Bitti... Bitti... Bitti... Tanrım ölmek istiyorum...
Kendimi son kez onun kollarına attım... Ağlaya ağlaya uykuya dalmışım...

ERKEĞİN GÜNLÜĞÜ:

Öff be Galatasaray yine yenildi... Ama kuru fasulye güzeldi...


Eğer 2005 Yılında Yaşıyorsanız

1. Mikrodalga fırına kazara şifrenizi girersiniz.

2. Yıllardır gerçek kartlarla solitaire oynamamışsınızdır.

3. 3 kişilik ailenize ulaşmak için elinizde 15 farklı telefon numarası vardır.

4. Yan masanızda oturan kişiye e. posta atarsınız.

5. Aileniz ve yakın dostlarınızla görüşememe nedeniniz e.posta adresleri olmamasıdır.

6. Uzun çalışma temposunun ardından eve gittiğinizde telefonu hala işteyken cevapladığınız gibi açıyorsunuzdur.

7. Evden bir yeri ararken, dış hatta çıkış yapmak için "9"u tuşlarsınız.

8. Aynı masada 4 senedir çalışmanıza rağmen, 3 farklı şirket için çalışmışsınızdır.

10. Şirketinizin küçülme kararını gece haberlerinden öğrenirsiniz.

11. Patronunuzun sizin yaptığınız işleri yapabilme becerisi yoktur.

12.Televizyonda izlediğiniz her reklamın altında web adresi vardır.

13. Cep telefonunuzu almadan evden çıkmak, ki 15 yıl once hiç bir etkisi yoktu, artık sizin için bir panik nedenidir ve apar topar eve cep telefonunuzu almak için geri dönersiniz.

14. Sabah uyandığınızda kahvaltı yapmadan internete girersiniz.

15.Bu yazılanları onaylıyor ve gülüyorsunuzdur.

16. Daha kötüsü bu yazıyı kimlere ileteceğiniz kafanızda hemen canlanmıştır.

17. Listede 9 numaranın olmadığını fark edemeyecek kadar meşgulsünüzdür.

18. Yukarı bakıp 9 numaranın olup olmadığını kontrol etmişsinizdir.

Ve şimdi KENDİNİZE GÜLÜYORSUNUZDUR.

Gerekli Bilgiler

Güneş Ne Kadar Sıcaktır?
Güneş, Güneş Sistemi'ndeki en büyük gök cismidir. Çok sıcak ve yanmakta olan bazı gazlardan oluşur. Bu nedenle, yüzeyinde her saniyede milyonlarca atom bombası patlamasına eşit güçte patlamalar olur. Bu patlamalarda boyu Dünyamızın büyüklüğünün 40-50 katı olan alevler fışkırır.
Güneş'in dış yüzeyindeki sıcaklık 6000 derece, içindeki sıcaklık ise 12 Milyon derecedir
.

Okyanus Ne Kadar Derindir?
Dünyanın en derin okyanusu Pasifik okyanusu'dur. 4.637 metredir. Ve en derin noktası ise Marina Çukuru 11.033 metredir.
Dünya'da En Hızlı Koşan Kuş Hangisidir?
Dünya'daki en hızlı uçan kuş kartaldır.. Bazı kartallar, havada inanılmaz bir sürat yaparak aşağıya doğru inişe geçerler. Bu dalış esnasında saatte yaklaşık 322 km. hız yaparlar. Büyük kartallar avlarına çok hızlı çarparlar.

Kağıt Parayı İcat Eden Kimdi?
Para icat edilmeden önce, deniz kabuğundan kıymetli metallere kadar çeşitli mallar değişim aracı olarak kullanılmıştır. Tarihi kayıtlara göre, M.Ö. 118 yılında Çinliler deri para kullanmışlardır. İlk kağıt para ise M.S. 806 yılında yine Çin’de ortaya çıkmıştır.
Batıda kağıt paraların basılması ve kullanılması 17 nci yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. İlk kağıt paranın 1690’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Massechusetts Hükümeti, İngiltere'de ise "Goldsmiths" ler tarafından basıldığı ve dolaşıma çıkarıldığı, 1694 yılında İngiliz Merkez Bankası ve daha sonra diğer ülke merkez bankalarının kurulması ile de yaygınlaştığı görülmektedir
.

Pusulayı Kim İcat Etti?
MS 100 yılında Çinliler, pusulayı icat etti. Manyetik bir ortamda serbest bırakılan bir objenin kuzeye yöneleceği prensibinden hareketle pusulanın keşfi gerçekleşti.

Gökyüzü Neden Mavidir?
Gökyüzünün mavi görünmesinin tek sebebi kırılma hadisesidir.
Güneş ışınları atmosfere girdiğinde atmosferdeki gaz moleküllerine ve toz parçacıklarına çarparak saçılır. Gün ışığı değişik dalga boylu birçok ışından oluşur. En kısa dalga boylu mavi ışınlar atmosferin üst tabakalarındaki küçük parçacılar tarafından hemen saçılırlar. Fakat kırmız ışık (ki en büyük dalga boylu ışıktır!) saçılmak için daha büyük parçacıklara çarpmak zorundadır.
Gökyüzü açık olduğunda, mavi ışık diğer ışıklara oranla en fazla saçılan ışıktır. Bu yüzden de gökyüzü mavi görünür. Mesela gökyüzü yoğun bulutlarla veya dumanla dolu olduğunda, tüm ışınlar nerede ise aynı oranda saçılır. Bu da gökyüzünün gri renkte görünmesine sebep olur.

Ay'a Ayak Basan İkinci İnsan Kimdi?
Ay’a ilk ayak basılması sırasında kullanılan, astronot Buzz Aldrin’e ait imzalı bir uçuş veri defteri, New York’taki açık artırmada 222 bin 500 dolara (yaklaşık 370 milyar TL) alıcı buldu. “Swann Galleries” adlı müzayede evinde yapılan açık artırmada, aydan toz lekelerini de üzerinde barındıran, uçuşla ilgili verilerin işlendiği “Data Card Book” (Veri Kayıt Kitabı) adlı not defteri, kimliği açıklanmayan Pennsylvania’lı bir tüccar tarafından 222 bin 500 dolara satın alındı.
Müzayede evinin sözcüsü Caroline Birenbaum, Ay’a ilk ayak basan insan olan astronot Neil Armstrong ile Apollo 11 adlı uzay aracının personeli Aldrin’in, 20-27 santimetre boyutlarındaki 16 sayfalık not defterinde, aracın manevra yapmasına imkan sağlamak için kritik veri değerlerinin kayıtlarını tuttuklarını söyledi.
Satürn-5 roketiyle uzaya gönderilen Apollo 11 aracı, üç günlük yolculuktan sonra, 20 Temmuz 1969’da, Ay Modülü Kartal’ı Ay’a indirmişti. Araç personelinden Michael Collins, Ay yörüngesinde kalırken, Armstrong ve Aldrin Ay’a ayak basan ilk insanlar olmuşlardı.


Dünya'daki En Büyük Elmasın Adı Nedir?
Dünyanın en büyük elması olarak bilinen 191 karatlık Işık Dağı ya da Kuh-i Nur adıyla tanınan elmas Hindistan'da bulunmuştur ve bugün, İngiltere Krallık Hazinesi'ndedir. Adı Farsçada Işık Denizi anlamında olan, uçuk pembe renkli, yassı bir taş olan Derya-i Nur elması ise, yaklaşık 185 kırat ağırlığındadır ve bugün İran Milli Bankası'nda saklanmaktadır. Bunlara ilaveten, 1853 yılında Brezilya'da bulunan ve Güney Yıldızı adıyla tanınan 128 karatlık elmasla, Büyük Moğol Elması ve bizdeki 86 karatlık Kaşıkçı Elması, dünyadaki en büyük ve en değerli 22 elmasın arasında bulunmaktadır.

Dünya'ya En Yakın Yıldızın Adı Nedir?
Dünya'ya en yakın yıldız! Proxima Centauri'dir.


Noel Baba- Nasreddin Hoca



NOEL BABA
Yılbaşına doğru gündeme gelen bir "dönem" figürüdür...

NASREDDİN HOCA
Yılın her günü yıldızdır...

NOEL BABA
"Bütün çocuklara karşılıksız armağan verme"
gibi ütopik ve imkansız bir fikrin kahramanıdır...

NASREDDİN HOCA
"Parayı ver düdüğü çal" dürüstlüğüyle realist
ve sahici bir kimsedir.

NOEL BABA
Çam ağaçlarının toplu katliamında başrol oynar...

NASREDDİN HOCA
Sadece bindiği dalı keser, zararı daha ziyade kendinedir.

NOEL BABA
Maddecidir, nesneler sayesinde ün yapmıştır...

NASREDDİN HOCA
Paraya çevrilemeyecek bir zenginlik kaynağıdır,
ruhu ve zekâyı besler...

NOEL BABA
Geyiklerin çektiği kızakla,üstelik bir de uçarak,
itici bir sürrealite içindedir...

NASREDDİN HOCA
Eşeğine ters binerek reel ortamda sürreallik
gösterdiği için daha çarpıcıdır...

NOEL BABA
Aslen Antalya çıkışlıdır fakat asimile olmuştur,
doğum yerini meraklısı bilir...

NASREDDİN HOCA
Sonsuza kadar Akşehir'in ve tüm Türk Milletinin evlâdıdır...

NOEL BABA
Herhangi bir babalığını göremediğimiz bir "baba" dır...

NASREDDİN HOCA
Hepimizin hocasıdır!!!

Salı, Kasım 08, 2005

Halk Böyle İstiyor

Bir babanın doğum gününde oğluna mektubudur...

Sevgili oğlum
Bugün tam on yedi yaşındasın
Görüyorum ki artık
Her şeyin farkındasın
Ama ne zaman ararsam seni
Ya diskoda
Ya barda
Ya da televizyon karşısındasın

Haklısın oğlum
Devir artık bu devir
Sen de çemberini çağına göre çevir
Senin neyine
Resim roman şiir
Senin neyine
Sanat ve sair
Ne diyor meşhur televizyon büyükleri
Vur patlasın çal oynasın
Devir artık bu devir

Nasılsa
Son düğmesi de koptu insanlığın
Vefa can çekişiyor arka sokaklarda
Umut mendil sallıyor giden trenlerin ardından
Onur, adres arıyor mezarlıklarda
Dostluklar çöp tenekelerinde sahipsiz
Ve anahtar teslimi aşklar satılık köşe başlarında
Hem de üç kuruş mutluluklara...

Ama sen de haklısın
Sana mı kaldı
Kurtarmak vatanı
Sana mı kaldı
Uyandırmak yatanı
Sana mı kaldı
Duvara yapıştırmak
Bu memleketi satanı
Anasını ağlatanı....

Gel gör ki oğlum
Senin de kurtuluşun yok bu gidişten
Ne etsen- ne yapsan
Bir düğün
Bir bayram
Bir lâle devri
Hangi ekrana baksan

Kim kiminle evleniyor
Kim kiminle çıldırıyor
Kim kime daldan dala
Gelinim olur musun diyor

Kimisi sahte gelin
Kimisi zengin bir prens
Kimisi de insanlıktan bir yudum bir nefes
Bekliyor da bekliyor

Bak her gün ayrı bir kanalda
Bambaşka bir 'ünlüler çiftliği'
Her kanalda şöhret olmanın dayanılmaz hafifliği
Ve işte böyle
Pazara dökülüyor bir bir
Herkesin yumak yumak ipliği
Yıllar var ki oğlum
Birileri işte
Bizi hep böyle gözetliyor...
Ve sen de görüyorsun ki
Bu sahneler
Bizi ne de güzel özetliyor

Kimin umurunda yarınlar
Kimin umurunda çocuklar
Kimin umurunda bu isyankar çığlıklar
Bir kavgadır
Bir yarıştır
Bir rezalettir gidiyor.
Kime sorsan
Cevaplar dünden hazır
Halk böyle istiyor oğlum
Halk böyle istiyor
Gel gör ki
Bir reyting uğruna
Ne 'güneşler batıyor' oğlum
Ne güneşler batıyor....

Ahmet Selçuk İlkan

Kimya tarihinin en trajik hatası : Eroin


İnsan organizması açısından tüm zamanların en yıkıcı kimyasal bileşimlerinden biri sayılan eroinin, ilk kez bilim adamları eliyle ve gerçekte son derece iyi niyetli bir amaca hizmet etmek üzere üretildiğini biliyor muydunuz? 1897'de Almanya'daki Bayer laboratuarlarında kanser ve tüberküloz hastaları için "ağrı kesici" olarak hazırlanan "eroin hidroklor", dehşet verici yan etkileri farkedilince onu ilaç olarak reçetelere yazan hekimler tarafından derhal terkedildi. Ancak iş işten geçmiş ve "şeytanın tozu" hapsedildiği şişeden kaçıp halkın arasına karışmayı başarmıştı bir kez...

***

Kimya tarihinin ünlü efsanelerinden birine göre, "eroin" maddesi, adını, bu maddeyi deneme amacıyla kolundan enjekte eden bir Bayer mühendisinin o anda yaşadıklarını tanımlamak için kullandığı şu mânidar cümleden almıştı:

"Kendimi bir kahraman gibi hissediyorum!" ("I feel like a hero")

İşte, o günden bu yana eroin, dünyanın dört bir köşesinde, din, dil, ırk ve sosyal sınıf gözetmeksizin yüzmilyonlarca "kahraman" (!) üretmeye devam ediyor. Yalnız, küçük bir sorun var ki, bu sentetik kahramanların büyük bir bölümü kahramanlıklarını pekiştirecek herhangi bir dünyevî icraat yapmaya vakit bulamadan, hayli zamansız bir biçimde toprağın altını boylamaktalar!

Elbette ki, eroin şakası yapılamayacak kadar hassas bir konu. Zaten bizim derdimiz de şaka falan değil, yalnızca bir durum tesbiti yapmak. Ancak, aşağıda aktaracağımız tarihsel gerçekleri okuduktan sonra, şakayı biz mi yoksa şu anlı şanlı bilim dünyası mı yapıyor, ona siz karar vereceksiniz.

İnsan organizması açısından tüm zamanların en yıkıcı kimyasal bileşimlerinden biri sayılan eroin, gerçekte son derece iyi niyetli bir amaca hizmet etmek üzere üretilmişti.

Saf morfinin asit anhidritle işlenmesi sonucu ortaya çıkan bu ölümcül toz, ilk kez 21 Ağustos 1897 günü, Bayer'in Almanya'nın Elberfeld kentindeki laboratuarında sentezlendi. Sentezleme işlemi, bu tarihten yalnızca bi kaç gün önce aynı laboratuarda "Asprin"i keşfetmiş olan saygın Alman kimyageri Dr. Felix Hoffman tarafından gerçekleştirilecekti. Bayer kayıtları, bizlere bu deneyin hedefinin kuru öksürük, tüberküloz ve kanser gibi önemli hastalıklarda hem şiddetli acıları dindirebilen, hem de tedavi edici yönü bulunan etkili bir ilaç keşfetmek olduğunu bildiriyor. 1868'de Ludwigsburg'da doğan Hoffman, Münih Üniversitesi Farmakoloji Bölümü'nden son derece yüksek derecelerle mezun olmuş, geleceği parlak bir kimyagerdi. Nitekim, Alman ilaç sanayiinin duayenlerinden Adolf von Bayer de onu keşfetmekte gecikmedi. Genç kimyageri şirketinin Ar-Ge bölümüne alan Bayer, onun sayesinde farmakoloji tarihinin en büyük buluşlarından biri olan asetil salisilik asiti günümüzde "Aspirin" adıyla bütün dünyada tanınan ticarî bir markaya dönüştürecekti.

İşte, eroin tam da o günlerde, şirket çalışanlarının "Aspirin"in keşfinin coşkusunu yaşadığı sırada doğdu. Dr. Hoffman büyük buluşunu kayıtlara geçirmesinden yalnızca 11 gün sonra yine aynı laboratuarda, fokurdayan tüplerinin başındaydı. Bunaltıcı Ağustos sıcağına aldırmaksızın gün boyunca aralıksız çalışan ünlü kimyager en sonunda hedefine ulaştı. Deney kabının dibine çökelen beyaz toz, bir süredir kafayı taktığı o yepyeni formülün işe yaradığının da en somut kanıtıydı.


Aspirin ve eroinin ortak mucidi: Dr. Felix Hoffman


Baz morfinden sekiz kat daha güçlü bir uyuşturucu elde eden Dr. Hoffman, bunun kontrollü şekilde kullanımıyla yukarıda anılan hastalıkların tedavisinde çok önemli bir ilerleme kaydedebileceğini düşünüyordu. Kobaylar üzerindeki deneme çalışmaları bir yıl kadar sürdü ve toz eroin, "heroin hydrochlor" ticarî markasıyla şişelenmiş olarak 20. yüzyılın hemen arefesinde Bayer şirketi tarafından piyasaya sürüldü. Bugün için inanılması bir hayli güç olmakla birlikte, eroin o dönemde başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde eczanelerde rahatça satılıyordu. Hekimler, birçok ağır vak'ada hastalarını "mutluluktan uçuran" bu toza önceleri büyük ilgi gösterdiler. Eroin yalnız tedavi umudu olanlar için değil, tedavisi imkânsız görülen ve ölüm döşeğinde birazcık huzur isteyen hastalar için de gerçek bir umut gibi görülmekteydi.

Ancak, madalyonun öteki yüzü kısa sürede ortaya çıktı. Yalnızca bir iki kullanımın ardından "şeytanın tozu"na müptela olanlar şuursuzca ecza depolarına, laboratuarlara saldırıyor ve kendilerine daha fazla ilaç temin etmeye çabalıyorlardı.

Eroin yasal olarak son kez 1. Dünya Savaşı yıllarında ağır yaralı askerlerin tedavisinde kullanıldı, ardından da tıp dünyasındaki güçlü bir konsensus sonucu tedavi prosedürlerinden tümüyle kaldırıldı.

İnsanları çok seven ve mesleğine aşık bir kimyager olan Dr. Hoffman, 8 Şubat 1946'da son nefesini verirken, ilk kez onun laboratuar kaplarında dünyaya gözlerini açan "diasetilmorfin" artık çoktan bir ilaç olmaktan çıkmış, alım-satımı ya da kullanımı bir çok ülkede en ağır şekilde cezalandırılan lanetli bir maddeye dönüşmüştü. Bir daha da hiç bir güç önünü kesmeyi başaramayacaktı...

(Ali Murat Güven)

Pazartesi, Kasım 07, 2005

Can Dündar'ın Günlük Yazıları- Kendi Sesinden

Yazar AdıSes DosyasıSüre
Can Dundar Acinin Kanatlari 04:00
Can Dundar Askta Terorizm 03:23
Can Dundar Ay Tutulurken 03:43
Can Dundar Ayin Karanlik Yuzu 03:44
Can Dundar Bahar Gelme Ustume 02:15
Can Dundar Bahar ve Ayrilik 02:19
Can Dundar Bir Dost 04:35
Can Dundar Bilyeler ve Bicaklar 04:15
Can Dundar Gelecek Uzun Surer 03:52
Can Dundar Her Sevgili Bizi Yeni Bir Dunyaya 03:04
Can Dundar Kac Kopyayiz Biz 04:47
Can Dundar Olmeyi Ogrendiginde 03:22
Can Dundar Ozleme Dair 03:22
Can Dundar Secim 04:35
Can Dundar Siluet 03:52
Can Dundar Cikolata 03:40
Can Dundar Ciplak Gosteren Gozluk 05:00
Can Dundar Sevgiliniz Bu Hafta Terkedebilir 03:26
Can Dundar Gunes Ulkesi 04:43
Can Dundar Hayat Ve Ben 04:44
Can Dundar Hayat Guzeldir 04:29
Can Dundar Ihtiyar Ve Ben(Babalar Gunu) 05:42
Can Dundar Kaf Dagina Yolculuk 03:18
Can Dundar Kafadan Koptum Be Sibob 04:06
Can Dundar Karanlikta Dans 03:51
Can Dundar Kimi Sevsem Ben 02:55
Can Dundar Kirlangicin Oykusu 03:15
Can Dundar Kis Gunesi Altinda 05:51
Can Dundar Ruhumuzun Kopruleri 03:33
Can Dundar Sehir Ve Kadin 02:52
Can Dundar Siirsiz Yasamak 04:05
Can Dundar Yalanci Bahar 03:36
Can Dundar Yalnizliga Alismali 02:26
Can Dundar Yarim Haziran 03:46

Pazar, Kasım 06, 2005

Dünyanın ismi en zor söylenen gölü



ABD’nin Massachusetts eyaletinin Nipmuck Kızılderililerinin yaşadığı orta kesimlerinde bulunan bir gölün 45 harften oluşan ismini telaffuz etmek neredeyse imkansız.

“Telaffuz sorunu” nedeniyle pek çok kişinin “Webster” gölü diye adlandırdığı ‘Chargoggagoggmanchauggagoggchaubunagungamaugg”un Nipmuck Kızılderililerinin dilinde, “Sen kendi tarafında, ben kendi tarafımda balık avlayalım, ortada ise kimse avlanmasın” anlamına geldiği iddia ediliyor.


ABD’nin Massachusetts eyaletinin Nipmuck Kızılderililerinin yaşadığı orta kesimlerinde bulunan bir gölün 45 harften oluşan ismini telaffuz etmek neredeyse imkansız. Dünyanın en uzun ve söylenmesi en zor isimlerinden birine sahip olan “Chargoggagoggmanchauggagoggchaubunagungamaugg” gölünün adı zaman zaman değiştirilmek istenmiş, ancak tepkiler nedeniyle bundan her seferinde vazgeçilmiş.
İsminde 15 “g” harfi bulunan göl ile ilgili çok sayıda şiir yazılmış, beste yapılmış. 15 “g” harfinden sadece ikisinin isimden çıkarılması girişimleri 1949’daki kampanyayla engellenmiş. “Telaffuz sorunu” nedeniyle pek çok kişinin “Webster” gölü diye adlandırdığı ‘Chargoggagoggmanchauggagoggchaubunagungamaugg”un Nipmuck Kızılderililerinin dilinde, “Sen kendi tarafında, ben kendi tarafımda balık avlayalım, ortada ise kimse avlanmasın” anlamına geldiği iddia ediliyor.
Çevre sakinleri, gölün isminin Guinness Rekorlar Kitabı’na alınmasını istiyor, ancak rekorlar kitabında “en uzun göl ismi” kategorisinin bulunmadığı belirtiliyor. Guinness Rekorlar Kitabı’ndaki en uzun yer isminin de resmi kayıtlarda bulunan Bangkok’taki “krungthephphramahanakhon bowonratanakosin mahintharayuthaya mahadilokphiphobnovpharad radchataniburirom udomsantisug”a ait olduğu bildiriliyor.

23 Sentlik Asker



Kore Savaşı günlerinde bir Amerikalı yetkili (Mr. Dallas) Türk askerini, "Çok masrafsız, günlük masrafı 23 Cent i aşmıyor" diye övmüştü.Ankara'da o günkü iktidar Mr. Dallas'ın bu iltifatıyla (!) ilgili hiçbir yorum yapmamıştı. Mr. Dallas ın bu sözleriyle ilgili tek yorum 23 Centlik Asker adlı şiiriyle Nazım Hikmet ten gelmişti.

23 Sentlik Asker

Mister Dallas,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
Ankara da 23 sente,

yahut iki kilo kuru soğan,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
yirmi yaşlarında bir tane insan.

erkek,
ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeğe, öldürülmeğe hazır,
belki tavşan gibi korkak,
belki toprak gibi akıllı
belki gençlik gibi cesur,
belki su gibi kurnaz
(her kaba uymak meselesi) ,
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
Yahut da aynı hesapla Mister Dallas
(tanesi 23 sentten yani)
satarlar size bu askerlerin otuz beşini birden
İstanbul da bir tek odanın aylık kirasına,
seksen beş onda altısını yahut
bir çift iskarpin parasına.
Yalnız bir mesele var Mister Dallas,
herhalde bunu sizden gizlediler:
Size tanesini 23 sente sattıkları asker
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak
mevcuttu, tuhafınıza gidecek,
mevcuttu hem de çoktan mı çoktan,
daha sizin devletinizin adı bile konmadan.
Mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
mesela, Mister Dallas,
yeller eserken yerinde sizin New-York un,
kurşun kubbeler kurdu o
gökkubbe gibi yüksek,
haşmetli, derin.
Elinde Bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
Halı dokur gibi yonttu mermeri,
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebemkuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
Dahası var Mister Dallas,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz,
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek,
ve yarin yanağından gayrı her yerde,
her şeyde,
hep beraber,
diyebilmek için,
yürüdü peşince Bedreddin in
O, tornacı Hasan, köylü Mehmet, öğretmen Ali dir.
kaya gibi yumruğunun son ustalığı:
922 yılı 9 eylülüdür.
Dedim ya Mister Dallas, ,
Herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
ucuzdur vardır illeti.
Hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size,
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan, milletim,
her millet gibi büyük Türk milleti.

Nazım Hikmet Ran (16 Temmuz 1953)

Erotik Öykü : Komşumuz Ayfer Abla...

adım tahsin yolbeyli, 23 yaşındayım. bu yaz tatlilinde komşumuz ayfer ablayla yaşadığım macerayı sizinle paylaşmak istiyorum... ayfer abla iki yıl önce kocasıyla birlikte apartmanımıza taşınmıştı... ve ben, o günden beri onun için çıldırıyordum... ayfer abla 32 yaşında 1.65 boylarında beyaz tenli enfes bir kadındı...

kocası ümran abi 39 yaşında 1.85 boyunda atletik yapılı, yanık tenli, nefis bir adamdı... ama konumuz o değil, konumuz ayfer abla...

ayfer abla sürekli giydiği askılı bluz ve mini etekle aklımı başımdan alıyordu. bir gün dayanamayıp kendisine açıldım...
-ayfer abla sürekli niye aynı şeyleri giyiyon?insan kokar yav...
-yıkıyoruz herhalde...

aradan günler geçti... o gün başıma geleceklerden habersiz, semtimizin bakkalı ismet abiyle sohbet ediyordum... ismet abi 43 yaşında 1.50 boylarında buğday tenli, buğday gibi bi adamdı...oldukça atletik bi gülümsemesi vardı... konumuz ayfer abla olduğu için onu da es geçiyoruz...

ben bakkaldayken içeri ayfer abla girdi...üzerinde vücut hatlarını belli eden bir tişört vardı... nereye gittiğini sorunca köpeği muffy'yi gezmeye çıkarttığını söyledi...

muffy 1,5 yaşında, 40-45 santim boylarında enfes bir köpekti... ipek gibi tüyleri... amaan, ayfer ablaya geçiyorum...

ayfer abla beş on dakika muffy'ye göz kulak olabilir miyim diye sordu. hemen kabul ettim tabi... eğilip köpeğinin tasmasını takarken gözlerime inanamadım... sütyen giymemişti!!!

aklımı kaybedecek gibi oldum... elim ayağım birbirine dolanmıştı... sonra ayfer abla muffy'yi bırakıp gitti... o gidince hayvan huysuzlandı... havlamaya başladı... sakinleştireyim diye kucağıma alınca gözlerime inanamadım... sütyen giymemişti!!!

hemen ismet abiyi kontrol ettim. o da sütyen giymemişti!!! peki kimdi bu sütyeni giyen?!... tanrım yoksa...

aman allahım ben giymiştim! hem de annemin sütyenini giymiştim! hatırlıyorum annem bu sütyeni tuhafiyeci erhan'dan almıştı...

tuhafiyeci erhan 1.75 boylarında, kumral... lan ben bu sütyeni nasıl giydim lan?!.

hemen sütyeni çıkarıp muffy'ye taktım. muffy çıkarıp, ismet abiye attı... ismet abi de dolgun kalçalarını sergileyerek sütyeni tezgahın altına sakladı...

o esnada ayfer abla içeri girdi!.. üzerinde vücut hatlarını gösteren bi gömlek vardı... hani tişört vardı, gömleği ne zaman giydin diye sorduk... tuhafiyeci erhan'a uğradım ondan aldım dedi...

(sahne: tuhafiyeci erhan ve ayfer abla cinsel münasebettedirler)
tuhafiyeci erhan 1.75 boylarında, kumral. bi dakka noluyo lan orda? vay şerefsizler!!
-git lan! git!..

işte böyle.. artık muffy, ben ve ismet abi her gün buluşup sevişiyoruz...hayat bizim için çok daha renkli oldu. öyle değil mi ismet abi?
-harbiden dolgun mu lan kalçalarım"

Yiğit Özgür

İstiklal Marşı'nın Seçilmesi ve Diğer 6 Şiir

23 Nisan 1920 günü Meclis açılmış. İstiklal Harbi başlamış. Ordularımız, Anadolu'yu işgal edenlerle savaşıyor. Yunan ordusu Ankara yakınlarına kadar ilerlemiş. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa.
Meclis bu ortamda, yeni kurulan Türk Devleti için bir İstiklal Marşı hazırlatmak istiyor. 1920 yılı sonlarında bu amaçla bir şiir yarışması açılıyor.
Katılımcılara 6 ay süre veriliyor.
İstiklal Marşı yarışmasına bu süre içerisinde tam 724 şiir gönderiliyor. O zamanki adıyla Maarif Vekaleti, yani Milli Eğitim Bakanlığı, bu şiirleri değerlendirmek için bir komisyon kuruyor.
O dönemin Türkiye'sinde böyle bir yarışma açacaksınız, bunu iletişim olanaklarının neredeyse sıfır olduğu bir ülkede herkese duyuracaksınız ve 724 şiir yarışmaya katılacak, zor iştir.
Bu şiirler tek tek okunuyor, içlerinden 6 şiir elemeyi geçip Meclis Matbaası tarafından bastırılıyor ve milletvekillerine dağıtılıyor.
Ayrıca kazanan şiir için 500 lira ödül var. O zaman için çok büyük bir para.
O sırada Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Ankara'da yaşayan ve aynı zamanda milletvekili olan ünlü şairimiz Mehmet Akif (Ersoy)'dan da bir şiir istiyor. Fakat doğrusunu isterseniz, Ersoy'dan niçin şiir istendiğini bilmiyorum.
Elemeyi kazanan şiirler beğenilmemiş miydi, yoksa başka bir nedeni mi vardı?

***
Bunun üzerine Mehmet Akif Bey ‘‘Ben mebusum (milletvekiliyim), müsabakaya katılmam. Ayrıca bir şiir yazıp size veririm’’ diyor.
Evinde yazmaya başlıyor ve ‘‘kahraman ordumuza’’ ithaf ettiği şiiri bitirdiğinde, Maarif Vekaleti'ne teslim ediyor.
Böylece yarışmaya 7. şiir de katılmış oluyor.
Müsabaka sonuçlanıyor. Mehmet Akif Bey'in şiiri Meclis kürsüsünden Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından büyük bir coşkuyla okunuyor.
Büyük tezahürat ve alkışlar arasında ve oybirliği ile İstiklal Marşı olarak kabul ediliyor.

Tarih 12 Mart 1921
İstiklal Marşı şiiri kabul edildikten hemen sonra, kürsüden bir kez daha okunuyor ve bütün milletvekilleri bu kez ayakta dinliyor.

***

Meclis yetkilileri birkaç gün sonra Mehmet Akif Bey'e 500 liralık para ödülünü vermeye geliyorlar. Almayı reddediyor.
‘‘Ben müsabakaya girmedim. Bu para benim hakkım değildir ve bana ait değildir’’ diyor.

(Bugünkü arsızların kulakları çınlasın!)

Meclis yetkilileri ısrar ediyorlar... ‘‘Bu parayı kasamızda tutamayız. Siz alın, isterseniz bir yere bağışlayın’’ diyorlar.
Mehmet Akif Bey bunun üzerine parayı alıyor ve hastanede yatmakta olan yaralı gazilerimize bağışlıyor.

***

Sevgili okuyucularım, bugün ve yarınki yazımda, size bu yarışmaya katılan ve elemeyi kazanan 6 şiiri vereceğim. Bunun ilginç olduğunu sanıyorum... Çünkü bu şiirleri hiçbir yerde bulamazsınız.
Hepsi de unutulup gitmiştir.
Bunları, o dönemde Meclis'te memur olarak çalışmakta olan Mahir İz'in 1975 yılında basılan ‘‘Yılların İzi’’ isimli kitabını okurken buldum.


1

Yıllarca altı cephede ateşle kanlara;
Türk'ün hilâl-ü dinine düşman olanlara;
Ceddin o; Yıldırım gibi saldın zaman zaman
Yüksek başın eğilmedi bir art cihanlara

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-Şitab.
Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılab

Ey mazi-i havariki bin destan olan;
Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan
Arslan yürekli ordu; demir giy; silah kuşan!
Zira hududu kapladı ateşle kan, duman.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım - Şitab,
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab!

Arslan mücahid ordusu, ey haris-i salah
Destinde seyf-i hak gibi pek şanlı bir silah
Açtın sema-yi millete pür-nûr bir sabah.
Atî bizim... bizim artık vatan, zafer, felah.

Ey kahramanlar ordusu; ey yıldırım - Şitab.
Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkılab

MEHMET MUHSİN



2

Altı bin yıl efendilik yaptın,
"Kahraman Türk" idi cihanda adın.
Bir ateşten siperdin İslam'a
Sönmeyen bir güneş gibi yaşadın.

Ey büyük ünlü milletim ileri!
Hasmına çiğnetme koş bu şanlı yeri!
Düşmanın bir cihansa dostun
Hak Hakkın elbette müstakil yaşamak

Atıl, ez, vur, senindir istiklâl
Ebedî parlasın şu al bayrak...
Ey benim şanlı milletim ileri;
Ele çiğnetme koş bu ülkeleri!

M (Bursa Milletvekili Muhittin Baha Bey Yarışmaya "M" rumuzu ile katıldı. Müzakereler esnasında şiirini geri çekti.)


3

Ey Müslüman, ey Türk oğlu
Açıldı istiklâl yolu
Benim bu son günlerimdir,
Diyor bize Anadolu.

Çek sancağı Türk ordusu
Olmaz Türk'ün can korkusu
Esarete dayanır mı
Türk vatanı, Türk namusu?

Bu son savaş bize farzdır,
Fırsatımız gayet azdır,
Muzaffer ol da ey millet
Altın ile tarih yazdır.

Birleşelim özümüzden,
Dönmeyelim sözümüzden,
Hem silelim bu lekeyi,
Tarihdeki yüzümüzden.

İSKENDER HÂKİ


4

Göz yaşına veda et
Ey güzel Anadolu!
Hakkını korur elbet
Türk'ün bükülmez kolu

Cenk ederiz genç, koca
Bugün değil, yarın da
Yadımız ağladıkça
İzmir ezanlarında.

Hak yolunda kan olur,
Dünyalara taşarız;
Ya şerefle vurulur,
Ya efendi yaşarız.

Her gün yeni bir hile
Arkasından satıldık;
Her gün yeni bir dille
Yurdumuzdan atıldık

Yeter, ey Ka'be'mizi
Elimizden alanlar
Alıkoyamaz bizi
Yolumuzdan yalanlar.

Hangi alçak el alır,
El zinciri boynuna?
Kim Yunan'ı bırakır
Türk kızının koynuna?

KEMALEDDIN KAMI



5

Millet aşkı, din aşkı, vatan aşkı uyansın
Yurdumuza göz dikenler al kanlara boyansın
Ya ben ya onlar diyen silâhına dayansın

Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket

Düşman gözü tutamaz yanar dağlar başını
Bağrımızda saklarız vatanın her taşını
Yurdumuza yan bakan döker gözün yaşını

Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket
Türk oğludur bu millet
Türk'ündür bu memleket

Can veririz her zaman hürriyet yoluna
‘Ya gazi, ya şehid’lik ne devlettir kuluna
Ata emanet etmiş namusunu oğluna

Bize Türk oğlu derler
Hep bizimdir bu yerler

A.S.


6

Türk'ün evvelce büyük bir pederi
Çekti sancağı hilâl-i sehari
Kanımızla boyadık bahr ü berri
Böyle aldık bu güzel ülkeleri

İleri, arş ileri, arş ileri
Geri kalsın vatanın kahpeleri

Seni ihya için ey nâmı büyük
Vatanın uğruna öldük öldük
Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük
Siper oldu sana dağlar gibi Türk

Yürü ey milletin efradı yürü
Ak süt emmiş vatan evlâdı yürü

Vatan evlâdını kurban edeli
Milletin hür yaşamaktır emeli
Veremez kimseye bir Çamlıbeli
Bağlanır mı acaba Türk'ün eli

İleri, arş ileri, arş ileri
Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.


HÜSEYİN SUAD

Sevgili okuyucularım, iki günden beri size bu şiirleri aktarıyorum. Hepsi de vatan sevgisi, coşku ve iyi niyetle yazılmış, ancak biraz amatörce şiirler. Bunlar yarışmada sona kalmayı başarmış... Ama bir ‘‘İstiklal Marşı’’ için yeterli olduklarını söylemek gerçekten zor.

Herhalde siz de gördünüz ki, her koşulda en muhteşemi Mehmet Akif Ersoy tarafından 1921 yılında yazılan ve Meclis tarafından oybirliği ile kabul edilen İstiklal Marşımız.


iSTiKLAL MARŞI

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal...
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak!' diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şuheda fışkıracak toprağı sıksan, şuheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.

Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak emeli:
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilahi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlal:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, hakk'a tapan, milletimin istiklal!

Mehmet Akif Ersoy