Cumartesi, Haziran 24, 2006

Mankenden Gazeteci Olursa


Gazeteci-yazar Deniz Akkaya Tibet'in başşehri Hakkari'den bildiriyor

Yıllarca Şamdan'a soyunduktan sonra gazeteciliğe de soyunan ünlü mankenlerimizden Deniz Alkaya ricalarımı kıramayıp Hakkari izlenimlerinden bir demet de Milliyet okurlari için yazdı. İste Deniz Hanim'in gözüyle Hakkari...

***

Uçagımızın patileri dört tarafı dağlarla çevrili bir dağ köyü olan Van airportuna değdiğinde hemen tuvalete gidip makyajımı tazeledim.
Ne de olsa Çin'e ilk defa geliyordum... Van'in her tarafı deprem çadırı gibi evlerle dolu. Düşünsenize evlerde giyinme odası bile yok. Bunlar göç edenlerin evleriymiş. "Niye bu kadar çok göç var?" dedim. "Savaş çıkınca köyleri boşaltıp geldiler abla" dedi rehberim.
Su Sirplar'in Allah belalarini versin, ne diyeyim... Herkesi yerinden yurtlarından ettiler yani... Üstelik bu salak rehber de bana abla deyip duruyor. Bu arada Atatürk'ün ölüm tarihi 1938.

***

Hakkari'ye geldiğime nedense kimse inanmadı. Yol boyunca sürekli olarak yolumuzu kesip benim ben olduğuma inanmak için kimlik sordu kahraman Türk askeri.
Dört saatlik yorucu bir yolculuktan sonra Tibet'in başkenti Hakkari'ye geldik. Hakkari aslında şirin bir köy. Halkı çiftçilik ve stand-up'çulukla geçiniyor.
Eskiden keçi yetiştirirlermiş ama Yilmaz Erdogan'ın meşhur olmasından sonra bölge halkı keçi yerine stand-up'çu yetiştirmeye başlamış. Daha kârlı diyolar... Bu arada Atatürk'ün ölüm tarihi 1938.

***

Gece Hakkari Voyager Hilton'da kalacaktım ama otelde yer bulunamamış. Bu yüzden yöredeki evlerden birinde kalmamı uygun gördüler. Evlerin çoğu dubleksti ama nedense yer altına doğru dubleks yapmayı uygun görmüşler.
Benim kaldığım evdeki Sifo Aga'nin dört karısı, 22 çocuğu vardı. Erkek çocukların üzerinde Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş formaları vardı. Hagi'nin Hakkarili ve bu kadar küçük olduğunu bilmiyordum. Kadınlar ise çok becerikliydi. Bir tanesi bizim kutuların kapaklarını keserek elde ettiğimiz sütü, ineğin memesini okşayarak elde edebiliyor örneğin. Bu arada Atatürk'ün ölüm tarihi 1938.

***

Hakkari eskiden İngiliz sömürgesiymiş. Sonra Seylanlılar'ın eline geçmiş ve uzun yıllar Mussolini adlı Habeş imparatoru bu bölgeye hakim olmuş. Üçüncü Dünya Savaşı sırasında Nazi orduları komutanı Lenin tarafından işgal edilen bölge daha sonra da Tayvan'a kaçan Çinliler'in eline geçmiş. Sonunda Sir Lipton Ice Tea yönetimindeki Tibetliler, Hakkari'yi Çinliler'in elinden kurtarmışlar ve bölge Tibetli rahip Richard Gere'nin komutasına girmiş.
Bu kısa tarihçeyi bana gönderen sevgili meslektaşım Selahattin Bey'e de bu sütunlardan teşekkürü bir borç bilirim... Bu arada Atatürk'ün ölüm tarihi 1938.

***

Gece elime bir keleş verdiler. Saniyede 40 mermi atabiliyormuş. Tetiğini çekme, dediler ama elim kazayla gitti. Allah'tan burada insan hayatına değer veren yok.

Cuma, Haziran 23, 2006

Bir Misyonerin Türkiye Anıları


8 Temmuz
İşte Türkiye’deyim; bölge sorumlusu Tommy arkadaşla
havaalanından kalacağımız eve giderken hayli uyarıcı bilgiler aldım;
"Hemen başlama, biraz sağını solunu tanımalısın; Türkler acayip bir
millettir"
filan diye bir şeyler söyledi, ama aldırış etmedim.
Bir dakika bile zayi edilmemeli; görev kutsal, görev ağır.

9 Temmuz
Tommy’nin yanıldığı açık; bugün ilk tebliğimi yaptım bile.
Adam parkta öylece oturuyordu.
Söylediğim her şeyi gülümseyip başıyla tasdik ederek saatlerce dinlerken
ruhumun göklere değdiğini hissetmiştim. Bizi seyreden simitçi, sonradan
o adamın sağır olduğunu söyleyince biraz moralim bozuldu
ama olur öyle şeyler.

11 Temmuz
Üçüncü gün; Tommy hâlâ "erken henüz" diye ısrar ediyor.
Mânâsız bir ısrar bu; kurtulması gereken o kadar çok ruh var ki burada.
Çorap almaya inmiştim semt pazarına. Nasıl oldu anlamadım
ama eve dönerken artık benim altılı çelik tencere takımım vardı.
Önemli değil, tencere gerekli bir araç nasıl olsa.
Tencereci arkadaşa müjdeyi tebliğ ettim.
"Ayıpsın abi, Hazreti İsâ’ ya can fedâ." dedi, ben ağladım.
Söz verdi, pazar toplantılarına gelecek; hatta bana bir adres bile verdi.
O adrese gidersem bir sürü insanı misyona katabilirmişim.

21 Temmuz
Tommy hâlâ "gitme, bak karışmam" diyor; işte bu aşırı
ihtiyatkârlık yüzünden buralarda İsa’nın mesajı yeterince bilinmiyor zaten.

Gittim; şehrin kenarında kalabalık bir mahallede bir apartmanın altıncı
katına çıktım. İçeride bir hayli erkek vardı; beni içeri aldılar,
mobilyasız bir salona geçtik. Çay getirdiler; hatır sordular. Tam lâfa başlarken
biri parmağıyla "sus" işareti yaptı. İçeriden yaşlıca bir adam çıkıp salona
gelince herkes gibi ben de ayağa kalktım. Sonra adam konuşmaya, bir nevi
vaaz vermeye başladı.
Şöyle bir dinledim; eh fena şeyler değil. Toplantıdan sonra herkes
birbirine sarıldı, yeniden çay ikram edildi. Burayı sevdim, yarın da geleceğim.

2 Ağustos
Yine aynı şeyler oldu; bir ara fırsat bulup salondaki arkadaşları
misyona kazandırayım dedim. Tam "İsa" demiştim ki, ihtiyar vaiz
"İsa dedin de aklıma geldi." deyip çok tatlı bir bahis açtı.
Öyle güzel anlatıyor ki başladım ağlamaya. Zor teselli ettiler; sonra
ortaya sofra geldi. Yemek yedik. Kuşbaşılı pilav nefisti; hele cacık!

12 Ağustos
Tommy beni tesbihle oynarken yakaladı. "Nereden buldun"
diye sıkıştırıyor. "Dükkanın birinden aldım." dedim. Tesbih bana iyi
geliyor, meditasyon yerine geçiyor. Bir tane de Tommy’e mi alsam?

6 Eylül
Bugün hep birlikte camiye gittik. "Bakayım" dedim burada neler
yapıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar. Mecit diye bir temiz yüzlü
arkadaşım var cemaatten. Bana abdest almayı öğretti caminin avlusunda.
Tuvaletleri pek temiz değil ama abdest çok güzel bir olay. Fırsatını
kolluyorum; bunların hepsini Protestan etmezsem bana da Mahmut
demesinler!

16 Eylül
"Nereden çıktı bu Mahmut?!" diye çıldırdı Tommy. "Kod adım."
dedim. Anlamadı. Anlamaz tabii. Ben ne yaptığımı biliyorum.
Şimdilik sesimi çıkarmıyor, toplantılara muntazaman devam ediyorum;
ezan okununca "Hadi camiye gidelim, Mahmut." diyorlar, gidiyorum.
"Neler okuyorsunuz fısır fısır?" diye sordum. Öğrettiler. Fatiha çok
güzel bir sûre. Tommy’e de öğretmeliyim.

1 Ekim
Tommy beni evden atmaya kalkıştı dün. "Seni kandırıyorlar,
Müslüman yapacaklar enayi." diye çıkıştı. İtiraz ettim,
"Ben bunların içyüzünü öğrenmeye çalışıyorum Pastör Tommy."
dedim.
"Sırlarını öğrendiğim an, bunları sürü halinde önüme katıp
Sarayburnu’ ndan denize sokup cümlesini birden çatır çatır
vaftiz etmezsem bana da Mahmut demesinler." dedim.
"Çık dışarı aptal." diye kovdu beni. Misyondan gelen
aylığımı da kesti. Vermezse vermesin, cemaatteki arkadaşlar
aralarında para toplayıp verdiler. Geceyi ucuz bir otelde geçirdim.
Bugün Mecit’in evine taşınıyorum.
Az kaldı, az.. Dayan, oğlum Mahmut!

6 Kasım
Mecit benim için istihareye yatmış; "Yeşil gördüm, Mahmut." dedi,
"Nurlar içindeydin, hidâyet nasip oldu sana, ne mutlu." dedi.
Tabii, aldırış etmiyorum, fakat hoşuma gitmedi de değil.

9 Kasım
Bugünlerde cemaate İngilizce dersleri vermeye başladım;
sabah namazını topluca edâ ettikten sonra kuşluk vaktine
kadar ders veriyorum.
Kuşlukla öğle arasında tefsir dersleri yapıyoruz.
Beni artık iyice kendilerinden zannediyorlar.

21 Kasım
Yeni damat olduğum için dört günden beri günlük yazamadım.
Mecit’in teyzesinin kızı Sabiha ile nikahlandık dün.
Nikâhımızı Saadettin Hoca kıydı sağ olsun.
Sünnet dediğin ise sinek ısırığı gibi bir şey zaten, çabucak geçti.
Bu sabah yolda Tommy ile karşılaştık. "Kiliseye yazdım,
seni defterden sildiler." dedi. Güldüm, hâlâ o bayatlamış
misyoner kafası işte. Benim din değiştirdiğimi sanıyor, gerzek.
Halbuki ben...

28 Kasım
Ne kadar üzgünüm. Mecit, "Nasip değilmiş, seneye gidersin" diyor.
Hac kayıtları kapanmışmış. İstesem ecnebi pasaportumla Mısır
üzerindenvize alır giderim, ama ben olayı içeriden, herkesle
bütün mü’minlerle birlikte yaşamak istiyorum oysaki.

19 Aralık
Sabiha ile teheccütten sonra Yaşar Hoca mevzusu geçti aramızda.
Yav, bu Yaşar Nuri Hoca iyi adam hoş adam, fakat ne bileyim çok
modern bir duruşu var gibi sanki;
hani, "İslâm’ı en iyi ben bilirim." şeklinde bir dayılanma.
Öğleden sonra yayıncımla sözlü anlaşma yaptık; ilk eserim
iki ay sonra çıkıyor:
"İslâm’ın selefî boyutlarına dinamik bakışlar".
Yayıncım, "Fiyatı iki lira yaparsak üç yüz bin satarız." diyor.

"HAMD OLSUN"