8 Temmuz
İşte Türkiye’deyim; bölge sorumlusu Tommy arkadaşla
havaalanından kalacağımız eve giderken hayli uyarıcı bilgiler aldım;
"Hemen başlama, biraz sağını solunu tanımalısın; Türkler acayip bir
millettir"
filan diye bir şeyler söyledi, ama aldırış etmedim.
Bir dakika bile zayi edilmemeli; görev kutsal, görev ağır.
9 Temmuz
Tommy’nin yanıldığı açık; bugün ilk tebliğimi yaptım bile.
Adam parkta öylece oturuyordu.
Söylediğim her şeyi gülümseyip başıyla tasdik ederek saatlerce dinlerken
ruhumun göklere değdiğini hissetmiştim. Bizi seyreden simitçi, sonradan
o adamın sağır olduğunu söyleyince biraz moralim bozuldu
ama olur öyle şeyler.
11 Temmuz
Üçüncü gün; Tommy hâlâ "erken henüz" diye ısrar ediyor.
Mânâsız bir ısrar bu; kurtulması gereken o kadar çok ruh var ki burada.
Çorap almaya inmiştim semt pazarına. Nasıl oldu anlamadım
ama eve dönerken artık benim altılı çelik tencere takımım vardı.
Önemli değil, tencere gerekli bir araç nasıl olsa.
Tencereci arkadaşa müjdeyi tebliğ ettim.
"Ayıpsın abi, Hazreti İsâ’ ya can fedâ." dedi, ben ağladım.
Söz verdi, pazar toplantılarına gelecek; hatta bana bir adres bile verdi.
O adrese gidersem bir sürü insanı misyona katabilirmişim.
21 Temmuz
Tommy hâlâ "gitme, bak karışmam" diyor; işte bu aşırı
ihtiyatkârlık yüzünden buralarda İsa’nın mesajı yeterince bilinmiyor zaten.
Gittim; şehrin kenarında kalabalık bir mahallede bir apartmanın altıncı
katına çıktım. İçeride bir hayli erkek vardı; beni içeri aldılar,
mobilyasız bir salona geçtik. Çay getirdiler; hatır sordular. Tam lâfa başlarken
biri parmağıyla "sus" işareti yaptı. İçeriden yaşlıca bir adam çıkıp salona
gelince herkes gibi ben de ayağa kalktım. Sonra adam konuşmaya, bir nevi
vaaz vermeye başladı.
Şöyle bir dinledim; eh fena şeyler değil. Toplantıdan sonra herkes
birbirine sarıldı, yeniden çay ikram edildi. Burayı sevdim, yarın da geleceğim.
2 Ağustos
Yine aynı şeyler oldu; bir ara fırsat bulup salondaki arkadaşları
misyona kazandırayım dedim. Tam "İsa" demiştim ki, ihtiyar vaiz
"İsa dedin de aklıma geldi." deyip çok tatlı bir bahis açtı.
Öyle güzel anlatıyor ki başladım ağlamaya. Zor teselli ettiler; sonra
ortaya sofra geldi. Yemek yedik. Kuşbaşılı pilav nefisti; hele cacık!
12 Ağustos
Tommy beni tesbihle oynarken yakaladı. "Nereden buldun"
diye sıkıştırıyor. "Dükkanın birinden aldım." dedim. Tesbih bana iyi
geliyor, meditasyon yerine geçiyor. Bir tane de Tommy’e mi alsam?
6 Eylül
Bugün hep birlikte camiye gittik. "Bakayım" dedim burada neler
yapıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar. Mecit diye bir temiz yüzlü
arkadaşım var cemaatten. Bana abdest almayı öğretti caminin avlusunda.
Tuvaletleri pek temiz değil ama abdest çok güzel bir olay. Fırsatını
kolluyorum; bunların hepsini Protestan etmezsem bana da Mahmut
demesinler!
16 Eylül
"Nereden çıktı bu Mahmut?!" diye çıldırdı Tommy. "Kod adım."
dedim. Anlamadı. Anlamaz tabii. Ben ne yaptığımı biliyorum.
Şimdilik sesimi çıkarmıyor, toplantılara muntazaman devam ediyorum;
ezan okununca "Hadi camiye gidelim, Mahmut." diyorlar, gidiyorum.
"Neler okuyorsunuz fısır fısır?" diye sordum. Öğrettiler. Fatiha çok
güzel bir sûre. Tommy’e de öğretmeliyim.
1 Ekim
Tommy beni evden atmaya kalkıştı dün. "Seni kandırıyorlar,
Müslüman yapacaklar enayi." diye çıkıştı. İtiraz ettim,
"Ben bunların içyüzünü öğrenmeye çalışıyorum Pastör Tommy."
dedim.
"Sırlarını öğrendiğim an, bunları sürü halinde önüme katıp
Sarayburnu’ ndan denize sokup cümlesini birden çatır çatır
vaftiz etmezsem bana da Mahmut demesinler." dedim.
"Çık dışarı aptal." diye kovdu beni. Misyondan gelen
aylığımı da kesti. Vermezse vermesin, cemaatteki arkadaşlar
aralarında para toplayıp verdiler. Geceyi ucuz bir otelde geçirdim.
Bugün Mecit’in evine taşınıyorum.
Az kaldı, az.. Dayan, oğlum Mahmut!
6 Kasım
Mecit benim için istihareye yatmış; "Yeşil gördüm, Mahmut." dedi,
"Nurlar içindeydin, hidâyet nasip oldu sana, ne mutlu." dedi.
Tabii, aldırış etmiyorum, fakat hoşuma gitmedi de değil.
9 Kasım
Bugünlerde cemaate İngilizce dersleri vermeye başladım;
sabah namazını topluca edâ ettikten sonra kuşluk vaktine
kadar ders veriyorum.
Kuşlukla öğle arasında tefsir dersleri yapıyoruz.
Beni artık iyice kendilerinden zannediyorlar.
21 Kasım
Yeni damat olduğum için dört günden beri günlük yazamadım.
Mecit’in teyzesinin kızı Sabiha ile nikahlandık dün.
Nikâhımızı Saadettin Hoca kıydı sağ olsun.
Sünnet dediğin ise sinek ısırığı gibi bir şey zaten, çabucak geçti.
Bu sabah yolda Tommy ile karşılaştık. "Kiliseye yazdım,
seni defterden sildiler." dedi. Güldüm, hâlâ o bayatlamış
misyoner kafası işte. Benim din değiştirdiğimi sanıyor, gerzek.
Halbuki ben...
28 Kasım
Ne kadar üzgünüm. Mecit, "Nasip değilmiş, seneye gidersin" diyor.
Hac kayıtları kapanmışmış. İstesem ecnebi pasaportumla Mısır
üzerindenvize alır giderim, ama ben olayı içeriden, herkesle
bütün mü’minlerle birlikte yaşamak istiyorum oysaki.
19 Aralık
Sabiha ile teheccütten sonra Yaşar Hoca mevzusu geçti aramızda.
Yav, bu Yaşar Nuri Hoca iyi adam hoş adam, fakat ne bileyim çok
modern bir duruşu var gibi sanki;
hani, "İslâm’ı en iyi ben bilirim." şeklinde bir dayılanma.
Öğleden sonra yayıncımla sözlü anlaşma yaptık; ilk eserim
iki ay sonra çıkıyor:
"İslâm’ın selefî boyutlarına dinamik bakışlar".
Yayıncım, "Fiyatı iki lira yaparsak üç yüz bin satarız." diyor.
"HAMD OLSUN"
İşte Türkiye’deyim; bölge sorumlusu Tommy arkadaşla
havaalanından kalacağımız eve giderken hayli uyarıcı bilgiler aldım;
"Hemen başlama, biraz sağını solunu tanımalısın; Türkler acayip bir
millettir"
filan diye bir şeyler söyledi, ama aldırış etmedim.
Bir dakika bile zayi edilmemeli; görev kutsal, görev ağır.
9 Temmuz
Tommy’nin yanıldığı açık; bugün ilk tebliğimi yaptım bile.
Adam parkta öylece oturuyordu.
Söylediğim her şeyi gülümseyip başıyla tasdik ederek saatlerce dinlerken
ruhumun göklere değdiğini hissetmiştim. Bizi seyreden simitçi, sonradan
o adamın sağır olduğunu söyleyince biraz moralim bozuldu
ama olur öyle şeyler.
11 Temmuz
Üçüncü gün; Tommy hâlâ "erken henüz" diye ısrar ediyor.
Mânâsız bir ısrar bu; kurtulması gereken o kadar çok ruh var ki burada.
Çorap almaya inmiştim semt pazarına. Nasıl oldu anlamadım
ama eve dönerken artık benim altılı çelik tencere takımım vardı.
Önemli değil, tencere gerekli bir araç nasıl olsa.
Tencereci arkadaşa müjdeyi tebliğ ettim.
"Ayıpsın abi, Hazreti İsâ’ ya can fedâ." dedi, ben ağladım.
Söz verdi, pazar toplantılarına gelecek; hatta bana bir adres bile verdi.
O adrese gidersem bir sürü insanı misyona katabilirmişim.
21 Temmuz
Tommy hâlâ "gitme, bak karışmam" diyor; işte bu aşırı
ihtiyatkârlık yüzünden buralarda İsa’nın mesajı yeterince bilinmiyor zaten.
Gittim; şehrin kenarında kalabalık bir mahallede bir apartmanın altıncı
katına çıktım. İçeride bir hayli erkek vardı; beni içeri aldılar,
mobilyasız bir salona geçtik. Çay getirdiler; hatır sordular. Tam lâfa başlarken
biri parmağıyla "sus" işareti yaptı. İçeriden yaşlıca bir adam çıkıp salona
gelince herkes gibi ben de ayağa kalktım. Sonra adam konuşmaya, bir nevi
vaaz vermeye başladı.
Şöyle bir dinledim; eh fena şeyler değil. Toplantıdan sonra herkes
birbirine sarıldı, yeniden çay ikram edildi. Burayı sevdim, yarın da geleceğim.
2 Ağustos
Yine aynı şeyler oldu; bir ara fırsat bulup salondaki arkadaşları
misyona kazandırayım dedim. Tam "İsa" demiştim ki, ihtiyar vaiz
"İsa dedin de aklıma geldi." deyip çok tatlı bir bahis açtı.
Öyle güzel anlatıyor ki başladım ağlamaya. Zor teselli ettiler; sonra
ortaya sofra geldi. Yemek yedik. Kuşbaşılı pilav nefisti; hele cacık!
12 Ağustos
Tommy beni tesbihle oynarken yakaladı. "Nereden buldun"
diye sıkıştırıyor. "Dükkanın birinden aldım." dedim. Tesbih bana iyi
geliyor, meditasyon yerine geçiyor. Bir tane de Tommy’e mi alsam?
6 Eylül
Bugün hep birlikte camiye gittik. "Bakayım" dedim burada neler
yapıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar. Mecit diye bir temiz yüzlü
arkadaşım var cemaatten. Bana abdest almayı öğretti caminin avlusunda.
Tuvaletleri pek temiz değil ama abdest çok güzel bir olay. Fırsatını
kolluyorum; bunların hepsini Protestan etmezsem bana da Mahmut
demesinler!
16 Eylül
"Nereden çıktı bu Mahmut?!" diye çıldırdı Tommy. "Kod adım."
dedim. Anlamadı. Anlamaz tabii. Ben ne yaptığımı biliyorum.
Şimdilik sesimi çıkarmıyor, toplantılara muntazaman devam ediyorum;
ezan okununca "Hadi camiye gidelim, Mahmut." diyorlar, gidiyorum.
"Neler okuyorsunuz fısır fısır?" diye sordum. Öğrettiler. Fatiha çok
güzel bir sûre. Tommy’e de öğretmeliyim.
1 Ekim
Tommy beni evden atmaya kalkıştı dün. "Seni kandırıyorlar,
Müslüman yapacaklar enayi." diye çıkıştı. İtiraz ettim,
"Ben bunların içyüzünü öğrenmeye çalışıyorum Pastör Tommy."
dedim.
"Sırlarını öğrendiğim an, bunları sürü halinde önüme katıp
Sarayburnu’ ndan denize sokup cümlesini birden çatır çatır
vaftiz etmezsem bana da Mahmut demesinler." dedim.
"Çık dışarı aptal." diye kovdu beni. Misyondan gelen
aylığımı da kesti. Vermezse vermesin, cemaatteki arkadaşlar
aralarında para toplayıp verdiler. Geceyi ucuz bir otelde geçirdim.
Bugün Mecit’in evine taşınıyorum.
Az kaldı, az.. Dayan, oğlum Mahmut!
6 Kasım
Mecit benim için istihareye yatmış; "Yeşil gördüm, Mahmut." dedi,
"Nurlar içindeydin, hidâyet nasip oldu sana, ne mutlu." dedi.
Tabii, aldırış etmiyorum, fakat hoşuma gitmedi de değil.
9 Kasım
Bugünlerde cemaate İngilizce dersleri vermeye başladım;
sabah namazını topluca edâ ettikten sonra kuşluk vaktine
kadar ders veriyorum.
Kuşlukla öğle arasında tefsir dersleri yapıyoruz.
Beni artık iyice kendilerinden zannediyorlar.
21 Kasım
Yeni damat olduğum için dört günden beri günlük yazamadım.
Mecit’in teyzesinin kızı Sabiha ile nikahlandık dün.
Nikâhımızı Saadettin Hoca kıydı sağ olsun.
Sünnet dediğin ise sinek ısırığı gibi bir şey zaten, çabucak geçti.
Bu sabah yolda Tommy ile karşılaştık. "Kiliseye yazdım,
seni defterden sildiler." dedi. Güldüm, hâlâ o bayatlamış
misyoner kafası işte. Benim din değiştirdiğimi sanıyor, gerzek.
Halbuki ben...
28 Kasım
Ne kadar üzgünüm. Mecit, "Nasip değilmiş, seneye gidersin" diyor.
Hac kayıtları kapanmışmış. İstesem ecnebi pasaportumla Mısır
üzerindenvize alır giderim, ama ben olayı içeriden, herkesle
bütün mü’minlerle birlikte yaşamak istiyorum oysaki.
19 Aralık
Sabiha ile teheccütten sonra Yaşar Hoca mevzusu geçti aramızda.
Yav, bu Yaşar Nuri Hoca iyi adam hoş adam, fakat ne bileyim çok
modern bir duruşu var gibi sanki;
hani, "İslâm’ı en iyi ben bilirim." şeklinde bir dayılanma.
Öğleden sonra yayıncımla sözlü anlaşma yaptık; ilk eserim
iki ay sonra çıkıyor:
"İslâm’ın selefî boyutlarına dinamik bakışlar".
Yayıncım, "Fiyatı iki lira yaparsak üç yüz bin satarız." diyor.
"HAMD OLSUN"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder