Cumartesi, Kasım 12, 2005

Uzun Yaşayan Adam



Adamın birtanesi bir kahveye girer ve

-"Millet bana bakın size söylüyorum Tam 30 sene sonra ben bu kahveye gene gelicem" der ve çıkar.

Kahvedekiler adam deli diye fazla önemsemezler.Ve aradan 30 sene geçer.Aynı adam kahveye gene gelir ve der ki;

-"Hatırladınız mı beni millet.Size demiştim 30 sene önce ben gene gelicem diye işte geldim der."

Kahvedekiler tabiki şaşırır.Adam Devam Eder.

-"30 Sene sonra gene gelicem bu kahveye" der. Ve gider. Aradan Bi 30 Sene daha geçer. Nesil değişmiştır 30 sene önceki insanların çocukları kahvede oturmaktadır artık.Adam kahveden içeri girer.

- "Bana Bakın Millet Ben Sizin babalarınıza söyledim.Size de söylüyorum 30 sene sonra ben bu kahveye gene gelicem" der ve .çıkar. Kahve milleti gene bunu takmaz.Aradan 30 sene geçer.Ve adam gene gelir.

-"Beni hatırladınız mı millet 30 sene önce tekrar gelicem demiştim işte geldim ve 30 sene sonra gelip sizin çocuklarınızada aynı şeyi söyleyeceğim" derve gider.

Aradan bi 30 Sene daha geçmiştir.Ve adam yine kahveye gelir.

- "Bana Bakın Millet Ben sizin dedelerinize söyledim. babalarınıza şöyledim. şimdi size söylüyorum tam 30 sene sonra ben bu kahveye gene gelicem" der ve gider.

İçlerinden birisi "Arkadaşlar bana bu olayı dedem anlatmıştı. Gelin bir hocaya gidelim bu adam niye ölmüyor nedir bunun hikmeti diye soralım" der.

Ve bir hocaya giderler.hocaya durumu anlatırlar. Hoca "ben bir gece rüyaya yatayım azrail ile konuşayım bakayım niye canını almıyor bu adamın size yarın haber veririm" der. Ve gece olunca hoca rüyaya
yatar rüyasında azrail ile konuşur.

- "Ya azrail sen bu şahısın canını niye almıyorsun"

Azrail;
- "Zamanında bu adam bir dilek diledi. Dileği kabul oldu onun için" der.

Hoca : "Ne diledi azrail" diye sorar .

Azrail: "Allah`ım bana milli piyangodan büyük ikramiye çıkana kadar canımı alma diye diledi" der.

Hoca : "E Allah istese buna büyük ikramiyeyi çıkartamaz mı?"

Azrail: "Çıkartmasına çıkarırda ibne bilet almıyor ki."

Türk Deney Faresi Muzaffer




-Oğlum hadisene ya! Bul şu peyniri.

- Tamam Hocam ya tamam! Bulucaz dedik, ne acele ediyorsun? " Hızlı giden atın boku seyrek düşer " diye boşuna mı söylemiş atalarımız? Acele etme, bulucaz.

- Allahım ya Rabbim ya! Ben ne günah işledim de başıma böyle salak bir fare musallat ettin? Lan alt tarafı labirentin içine girip,lanet olası bir peyniri bulacaksın, bu kadar zor mu bu ya? Anasını satayım, elin adamındaki fareler iki dakikada buluyor bu peyniri de sen nasıl bulamıyorsun? Lan yoksa sen sırf beni gıcık etmek için mi böyle yapıyorsun?

- Ne gıcıklığı abi ya! Bulamıyoruz işte! O kadar kolaysa gel de sen bul. Ulan hem boğaz tokluğuna çalışıyoruz, hem de tutmuş geri zekalı bir doktorun dırdırını çekiyoruz, bizimki de iş yani.Varsayalım ki peyniri bulduk, ne olacak? Başın göğe mi erecek? Hayır yani, peyniri bulunca ülkedeki enflasyon ya da işsizlik sona erecek diyorsan hemen bulayım da, yok öyle bir şey yaa! Bunlar hep boş muhabbet hocam! Sen şimdi karşındaki fareyi çıplak gösteren bir gözlük yapabiliyor musun,bana ondan haber ver.

- Ya Koçum siz fareler zaten çıplak geziyorsunuz, ne işine yarayacak fareyi çıplak gösteren gözlük . Manyak mısın nesin ya! Bak şimdi, ben sana cazibeni vahşi ve dayanılmaz boyutlara ulaştırabilecek bir koku yapayım, ha ne dersin? Hem bu sayede dişifareler arasındaki popülariten artar, hem de fareler aleminde bir numaralı Playboy olursun. Ama önce gel de bul şu peyniri. Hadi koçum.

- Yok Hocam ya! Ben zaten bu alemdeki en çekici fareyim. Kızlar benimle birlikte olmak için sırada beklerlerken ne diye böyle salakça bir anlaşma yapayım ki?

- Hadi lan Soytarı!Sen gel de onu benim külahıma anlat. Yatağımın altındaki Playboyları yürütüp gizlice okuduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Bana bak, şimdi bu Kazanova ayaklarını bırakıp peyniri bul yoksa birazdan seni moleküllerine ayıracağım.

- Ya sen deminden beri bir peynirdir tutturdun gidiyorsun abi. Bi sor bakalım acaba ben peyniri seviyor muyum? Hadi sorsana. Bak abicim, şimdi sen oraya bi duble rakı koy da bak nasıl hemen buluyorum. Valla o zaman beni değil bu kutu gibi labirentin içine,İstanbul 'un ta göbeğine bile bıraksan,on saniyede bulurum o peyniri.

- Allahım! Biliyorum, biliyorum. Bu bir imtihan. Evet evet! Bu kesin bir imtihan.Bana böyle salak bir fare vererek dayanma gücümü ölçüyorsun, biliyorum. Ya oğlum! Sen maymun musun fare misin anlamadym gitti ya! Lan daha dün, suluğuna yanlışlıkla alkol damlattık diye sapıtıp,koskoca kediye tecavüz etmeye kalkan sen değil miydin? Ne çabuk unuttun. Zamanında fark etmesek geberip gidiyordun lan, şimdi tutmuş ne rakısından bahsediyorsun bana? Sende hiç utanma yok mu ya? Hem, sen içkinin insan sağlığına ne kadar zararı olduğunu biliyor musun haa,
biliyor musun? Söyle bana, pis ayyaş!

- Ya hocam! Şimdi ben sana içkinin insan sağlığına olan zararlarını anlatmaya kalksam bir ansiklopediyi dolduracak kadar bilgi toplarım da, bundan bana ne? Yani ben insan değilim ki! Alt tarafı bir fareyim. Anlatabiliyor muyum? Sen bir bilim adamı olarak bana kolaylık göstereceğine bağırıp duruyorsun. Ama olmaz
ki! Olmaz ki be anam, biz de ana evladıyız,değil mi ya?

- Ya sen şimdi şu peyniri buluyor musun, bulmuyor musun?

- Ya tamam bulayım. Bulayım bulmasına da , bende klestrofobi var abicim. Kapalı yerlerde öldür Allah duramam, neden anlamak istemiyorsun ya? şimdi ben nasıl girerim o daracık labirentin içine? Bi dakka ya! O elindeki bıçak ta neyin nesi oluyor. ???!Gelme, gelmee! Bana bak seni uyarıyorum, ben çok feci şekilde karate Bilirim. Bak gelme, bak fena yaparım ona göre. Aloo! Ben kime diyorum? Aah! Gelmesene lan üzerime. Bak gelme diyorum fena olacak şimdi. Aaah! İmdaat Vurmasana lan hain doktor!


Ebediyete kadar...



Heybeliada'daki Deniz Okulu'ndan mezun olan İsmail Türe, kendi gibi Gelibolulu olan bir genç kıza kaptırır gönlünü. İki sevgili parmaklarına nişan yüzüğü taksalar da, birbirlerini çok seyrek görmektedirler.

İsmail Türe denizaltıda muhabere subayı olarak görevlidir çünkü. Üsteğmenin aklına harika bir fikir gelir; nişanlısına ışıklı mors alfabesini öğretecek, Çanakkale'den geçiş yapacakları geceyi planlı olduğu için önceden bildirecek ve böylelikle haberleşeceklerdir!..

Boğazı yüzeyden geçmekte olan denizaltının kulesindeki denizciler sigara içmekte, sohbet etmektedirler. Aralarından birinin heyecanlı olduğu her halinden belli olmaktadır. Gelibolu kıyılarına geldiklerinde, karanlık içindeki evlerden birinden bir el fenerinin yanıp söndüğü görülür: “Seni seviyorum”... Arkadaşları gülümseyerek İsmail Türe'ye bakarlarken, genç aşık elindeki fenerle sevgilisine karşılık vermektedir...

Bu olaydan sonra iki sevgilinin aşkı düşmez olur denizaltıcıların dillerinden. Herkes, haberleşmek için kurulan ışık yolunu konuşur. Arkadaşları "Evlen şu kızla da, buralardan her geçişimizde selamlaşmayı bırak artık” diye takılırlar İsmail Türe'ye.

Denizaltının üstünün ve altının bir olduğu yağmurlu günlerde bile, Çanakkale Boğazı'ndan geçilirken, elindeki fenerle aşk nöbeti tutan yakışıklı denizci gözünü bir an olsun ayırmaz Gelibolu kıyılarından.

Yine bir gün, yirmiyedi yaşındaki Üsteğmen, Çanakkale'den geçecekleri gün ve saati, denizaltının uğradığı bir limandan telefonla haber verir nişanlısına.

Ege Denizi'nden Boğaz'a giriş yapacaklarını ve en öndeki denizaltının kulesinde olacağını bildirir. Genç kızın gözüne her zaman olduğu gibi, o gece de uyku girmez. Büyük bir sabırla pencerenin önünde oturmakta ve gözünü hiç kırpmadan denize bakmaktadır. Fenerine yeni pil almış olsa da, arada bir yanıp yanmadığını kontrol eder yine de...

Birden, dev bir karartı belirir suyun üstünde. Güneyden gelen bir denizaltı, penceresinin görüş sahasına girmiştir ... Genç kız pencereyi açar ve gecenin karanlığına uzattığı elleriyle feneri yakıp söndürür.

“Seni Seviyorum...”
Kulede bulunan denizaltının komutanı Bahri Kunt işareti görünce gülümser:
“Hay Allah, bu kız denizaltıları şaşırdı. Nişanlısının denizaltısı bizim önümüzdeydi...”

Bir anlık tereddütten sonra Birinci İnönü denizaltısının komutanı Bahri Kunt, yanıt gönderilmezse genç kızın telaşlanacağını düşünerek,karşılık verilmesini emreder.

Yanındakilerin “Ne diyelim komutanım?” diye sorması üzerine de şunları söyler: "ebediyete kadar..."

O gece, Üsteğmen İsmail Türe'nin görev yaptığı Dumlupınar, Çanakkale Boğazı'na giriş yapan ilk denizaltı olmuştur. Ama, Gelibolu kıyılarına gelmeden, Nara Burnu açıklarında İsveç bandıralı “Naboland” adlı gemi tarafından çiğnenmekten kaçamamış ve yaralı bir balina gibi acı dolu sesler çıkararak, Çanakkale'nin karanlık sularında kaybolmuştur.

Her şey bir kaç dakika içinde gerçekleştiğinden, arkadan gelmekte olan Birinci İnönü denizaltısı Dumlupınar'a çarpan geminin yanından habersizce geçerek, Gelibolu'ya ulaşan ilk denizaltı olur.

Genç kız, nişanlısından haber almanın huzuru içinde başını yastığa koyduğunda, genç denizci çoktan dalmıştır "Ebediyete kadar" sürecek olan uykusuna!..